Yazan: Mülayim İçten
‘’Dominatus’’u inşa etme sürecinde olan Erdoğan, bu kritik eşiği ancak yurtsever hareketi manipüle ederek aşabilir. Burada, yurtsever hareketin takınacağı tutum ve tavır son derece kritik bir rol oynamaktadır. Ve de birçok devrimci hareket içinde kritik bir konudur.

Bugün gelinen noktada, pek çok mesele kısa ve yüzeysel bir şekilde ele alınamayacak kadar derindir. Ancak bir gerçek üzerinde durulacaksa, AKP = Türkiye algısının toplumsal bilinçte doğrudan bir şekilde kökleşmesine tanıklık ediyoruz. AKP ve yardakçılarının son dönemdeki siyasi taktikleri, yalnızca iktidarlarını sürdürme ve mevcut rejimlerini ayakta tutma gayesiyle şekillenmekte olduğunu söylemek; devrimciler tarafından kanıksanacak bir gözlem değildir.
AKP’nin stratejisi son zamanlarda ani ve keskin manevralarla taktiksel değişimlere uğramış gibi görünse de, aslında özünden kopmadan Türkiye-Kuzey Kürdistan hattında ideolojik benliğini tahkim etmekte ve kendisini sistematik bir şekilde bu benlikte Türkiye’yi yaratma arzusundadır. Bu durum, devrimci hareket açısından gözle görülür bir gerçekliktir.
Ancak, bu gerçekliğe karşı etkili bir reaksiyon geliştirilememesi, devlet sisteminin yani Kemalist paradigmanın zayıfladığı bir süreçte devrim mücadelesini genişletememesi ve tersine devrimci hareketlerin tasfiye sarmalında boğuşması, emekçi halkların ise AKP’nin ideolojik-ekonomik ve devletin tüm imkanlarıyla baskısı altında ezilmesine neden olmaktadır. AKP, mevcut Kemalist ve reformist muhalefeti sindirerek, kendi ideolojisini kastlaştırma sürecine hız vermektedir.
Bu sürecin en önemli dayanaklarından biri, uluslararası politik konjonktürün sunduğu fırsatlardır. AKP, bu küresel ortamı kullanarak yurtsever hareketi de kendi politik çıkarlarına entegre etmek istemekte ve bu doğrultuda anayasaya bir format atma çabası gütmektedir. Hali hazırda yasama, yürütme, yargı ve ordu gibi dört temel alanı kendi denetimine almasına rağmen, süreci tam anlamıyla tamamlamak istemesi yalnızca yeniden seçilmek amacıyla değerlendirilemez. Mesele sadece iktidarda kalmak değil, yeni bir rejim inşa etmektir.
AKP, yaklaşık 22 yıllık iktidar sürecinde toplumun yapısını çeşitli açılardan dejenere etmiş, üstyapıyı kendi ideolojisine uygun biçimde şekillendirmiş ve buradan türeyen bir yapı-form/kültürel hegemonya oluşturmuştur. Bugün gelinen noktada, yoksul emekçilerin büyük bir kısmının güvenini kaybetmiş olsa da, (ki tarihsel süreçte bu desteği almıştı), muhafazakâr orta sınıftan ve belli zümrelerden güç devşirerek varlığını sürdürebilmektedir. Bu süreçte, ortak çıkarlar temelinde birlikte hareket ettiği siyasi ve ekonomik çevrelerle dönemsel sarsıntılar yaşasa da, oluşturduğu yapısal form sayesinde hâlâ ayakta kalmaktadır.
AKP, erken seçimi geçiştirmek bir yana, zamanında gerçekleşecek seçimleri bile yok saymanın planlarını yapmaktadır. İnönü’nün İkinci Paylaşım Savaşı sürecinde otoriter tek adam yönetimi AKP açısından gıyabında bir önerme durumu oluşturmaktadır. Ve bu önerme Erdoğan için olağanüstü bir amaca atıf olabilecek düzeydedir.
Bu, yalnızca seçim kazanma kaygısından ziyade, burjuva muhalefeti kendi denetiminde şekillendirme stratejisinin bir parçasıdır. Bu bağlamda CHP, AKP açısından yalnızca müdahaleye açık bir yapı olarak değerlendirilmeye çalışılması son derece stratejisine uygundur. Hedeflenen, CHP’nin zayıflatılması değil, kontrol altına alınarak işlevsizleştirilmesidir.
Bugün AKP, içeride sözde demokratikleşme maskesi altında, topluma AKP = Türkiye algısını empoze ederken, dışarıda ise giderek otoriter (faşist) yönetim biçimini mutlaklaştırdığını göstermektedir. Dünya çapındaki siyasi krizlerin AKP için fırsatlar sunduğunu ve bu bağlamda rejimini daha da pekiştirmek istediğini görmek zor değildir.
Bu süreç, bizzat Erdoğan tarafından yönetilse de, ona karşı gelişecek sistematik bir muhalefetin çok ağır bir şekilde bastırılması da kaçınılmazdır. AKP bu bağlamda Erdoğan büstünü dokunulmaz bir eşik olarak şimdiden belirtmektedir.
Ekonomik açıdan zaten derin bir yıkım sürecinde olan Türkiye, önümüzdeki dönemde bu tahribatın daha da ağırlaşmasına tanıklık edebilir. AKP, son gerçekleştirdiği operasyonlarla bunu göze aldığını gösteriyor şunu eklemekte fayda var ki toplumsal reaksiyona karşı devletin tüm baskı aygıtlarını kontrolsüzce kullanmaktan da çekinmeyecektir. Tabi ki iç ve dış dinamikleri gözeterek operasyonlarını hafifleterek daha sonra volümünü artırarak ilerleme taktiğini de tekrar ve tekrar kullanabilir. Toplumsal reaksiyonların gelişimine göre hareket edeceğine şüphe yoktur. Erdoğan bu hususta kana susamış kılıncını ne zaman kullanacağını çok iyi bilmektedir. Rakibinin de alıntıladığı gibi “Kadife eldiven içinde demir yumruk’’ baskıyı fırsata çevirmekte ustadır.
Erdoğan, Rusya tarzı bir yönetim şekline sıcak baktığını söyleyebiliriz ve kontrollü bir ”muhalefet” dizayn ederek sistemini daha da otoriter hale getirmek istemektedir. ‘’Dominatus’’u inşa etme sürecinde olan Erdoğan, bu kritik eşiği ancak yurtsever hareketi manipüle ederek aşabilir. Burada, yurtsever hareketin takınacağı tutum ve tavır son derece kritik bir rol oynamaktadır. Ve de birçok devrimci hareket içinde kritik bir konudur.
Erdoğan’ın, Putin’in Rusya’sına duyduğu hayranlık yadsınamaz bir gerçekliktir. Rusya’daki model, Erdoğan için son derece cazip bir yönetim biçimidir. Nitekim Rus-Çeçen ilişkilerinde uygulanan strateji, Erdoğan’ın yurtsever harekete karşı geliştireceği bir yönteme dönüşebilir. Bugün, çözüm süreci adı altında şekillenen yeni bir politik açılımın bir manipülasyon aracı olarak kullanılması ihtimali güçlenmektedir. Şüphesiz ki Erdoğan yurtsever hareketi kontrol altına alabilirse, sıradaki adımını Aleviler üzerinde şekillendirecektir.
Süreç gelecek açısından devinimlere açık ilerliyor. Bu devinimlerin içerisinde var olabilmek ve sınıfın çıkarlarına doğru geliştirmek Komünistler açısından mühim bir mesele olarak önünde duruyor…