Yazan: Taylan Eza

Bu, o düşüncenin ilk elden sorgulanamaz, şaşmaz ve mutlak doğru olarak kabul edilmesiyle kendini gösterir. Sekterizm tam da budur: Doğru ya da yanlış olduğuna dair hiçbir muhakeme yapılmadan, bir yargının olduğu gibi benimsenmesidir. Bu anlayış, yüzyıllardır egemen ideolojilerin işine yaramış; kitlelerde sorgulamadan itaate dayalı bir “tapınma” halini beslemiştir.
Ne zaman ki parti kararları ve kadroların sözleri tartışılmaya kapatılır ve tek gerçek doğru olarak kabul edilir, işte o zaman sekterizme teslim olunmuş demektir.
Parti programı, tüzüğü ve genel işleyişinden oluşan sistemin; bazı konularda eksiklikler taşıdığı ve tartışmaya açık yönler barındırdığı göz ardı edilemez. Bunun ötesinde, zamanla yerleşik hale gelmiş parti kültürü, kendini sorgulamaya kapattığı ölçüde manipülasyona açık hale gelmiştir. Bu durumun yalnızca kadroların iyi niyetine bırakılarak düzelmeyeceği ortadadır. Burada asıl sorumluluk, kadroları denetleyen yoldaşlara ve tabandaki sempatizanlara düşmektedir.
İbrahim Kaypakkaya’nın özünü ifade eden “Partinin çıkarları ile halkın çıkarları çeliştiğinde, halkın çıkarları esas alınmalıdır.”
Bu yaklaşım, sekterizmin karşısında yer alan devrimci düşüncenin temelidir. Hakikat, örgütsel bağlılıktan ya da kişisel sadakatten bağımsızdır. Gömlek seni yakacak olsa bile, doğruyu söyleme ve onu savunma cesareti, gerçek bir düşünsel özgürlüğün ve ahlaki tutarlılığın göstergesidir.
Burada savunduğumuz şey, katı ve yüzeysel bir anti-otoriterlik ya da salt karşı çıkış değildir. Aynı şekilde, düşünceyi sürekli askıda tutan ve hiçbir sonuca varmayan bir septisizm (kuşkuculuk) de değildir. Vurgulamak istediğimiz; süreçlerin, yöntemlerin ve uygulamaların eleştirel bir biçimde değerlendirilmesi, düşünceye tutarlı bir yöntem ve disiplin kazandırılması gerektiğidir.
Bu bağlamda, Marksist düşünce yalnızca içerik değil, aynı zamanda bir düşünme biçimi, bir mantalite olarak ele alınmalıdır. O, sadece neyin düşünüldüğünü değil, nasıl düşünüldüğünü de belirler. Marksist yöntemden bağımsız bir düşünme pratiği, kaçınılmaz olarak soyutlamacılığa, yüzeyselliğe veya idealizme sapar. Ancak bu, her düşünceyi sürekli kuşkuya boğmak anlamına gelmez; tam tersine, düşüncenin Marksist ilkelerle ne ölçüde uyumlu olduğunu anlamak için yöntemli bir kontrol süreci gerektirir. Bu süreçte kolektif akıl, eleştirel yoldaşça denetim ve yoldaşlardan alınan görüşler belirleyici bir rol oynar.
Sekterizmi besleyen başlıca etken kibir ve egodur; yani bireyin kendi düşüncesini mutlaklaştırarak sorgulanamaz kılmasıdır. Bu anlayışın en güçlü karşıtı ise kolektif akla, eleştiriye ve ortak üretime duyulan inançtır. Gerçek düşünsel ilerleme, bireysel mutlakiyetçilikle değil, ortak akıl ve diyalektik yöntemle mümkündür.
Bilime ve akla aykırı olanın, bir inat haliyle, düşünülmeden ya da tüm haklı eleştirilere rağmen savunulması, açık bir akıl tutulmasıdır. Parti, kolektif bir akıl işlevi gördüğü sürece, en doğru kararların çıkabileceği bir mekanizma olabilir. Ancak bireysel kibir, bu kolektif işleyişi sekteye uğrattığında, yanlışların savunulması kaçınılmaz hale gelir.
Parti kararları mutlak değildir; sorgulanamaz ya da eleştirilemez de değildir. Tıpkı diğer tüm düşünce biçimleri gibi, parti fikri de insan yapımıdır. Parti, bireylerin toplamından oluşur; onu mutlaklaştırmak, kutsallaştırmak ve fetişleştirmek herkesçe reddedildiği söylenen ama sıkça içine düşülen tehlikeli bir bataktır.
İnsan zihni, binlerce yıllık putlaştırma alışkanlığı ve metafizik düşüncenin etkisiyle biçimlenmiştir. Günümüzde bu zihinsel miras, kapitalist ideolojinin sürekli baskısıyla birleşerek düşünsel deformasyonu derinleştirmektedir. Bu nedenle, bireylerin veya yapıların hatasız olmasını beklemek, gerçekçi olmadığı gibi tehlikelidir. Sekterizm, tam da bu tarihsel ve ideolojik koşullar içinde yeniden üretilir; eleştiri yerine inanç, düşünme yerine itaati yüceltir.
Bizim asli meselemiz, sistemin kendini düşünsel olarak var ettiği alanlara karşıt bir perspektiften yaklaşmaktır. Dolayısıyla bu alanların eleştiriden muaf olduğunu düşünmek, bizzat sistemin yeniden üretimine hizmet etmek anlamına gelir.
Kısacası, bir kararın tartışılabilir olmasını bozgunculuk olarak görmek ciddi bir çelişkidir. Asıl bozgunculuk, eleştiriyi bastırmak ve farklı düşünceyi tehdit gibi sunmaktır. Bu tutum, yalnızca yazının özünü kavrayamamakla kalmaz, aynı zamanda ona doğrudan aykırı bir duruş sergiler.
Bu yazı, kişilere dayatılan ya da koşulsuz benimsetilen parti disiplini anlayışına, eleştirel bir çerçeveden kısa bir bakış sunmaktadır. Burada dile getirilenler, farazi yaklaşımlara ya da soyut spekülasyonlara dayanmamaktadır. Aksine, burjuvazinin yoğunlaşan saldırılarıyla birlikte, komünist partiler içerisinde giderek daralan politik alanın doğurduğu hastalıklı düşünce biçimlerine yöneltilmiş somut bir eleştiridir. Bu eğilimler, mutlaka teşhir edilmeli ve devrimci bir yaklaşımla düzeltilmelidir.
Ayağa kalkmak ve miras alınan mücadeleyi hakkıyla sürdürmek hem bireyin kendini arındırması hem de partinin arındırılmasıyla mümkündür. Geri yönleriyle uzlaşmış, bu uzlaşmayı bir yaşam felsefesi haline getirmiş birey; yalnızca kendisini değil, partiyi de gerici olanla uzlaştırma eğilimindedir. Bu birey, devrimci atılımı engellediği gibi, kendi konfor alanlarını koruyacak şekilde esnek kurallar üretmeye çalışır. Bu esneklik, kişisel düşünüş biçimini yaygınlaştırma ve kurumsallaştırma çabasına dönüşür.
Bu yaklaşım partiyi ileri taşımak yerine duraksatır; devrimci disiplinin yerine pragmatik bir uzlaşmacılığı koyar. Oysa gerçek disiplin; sorgulayan, dönüştüren ve kolektif akla yaslanan yoldaşça bir bilinçle mümkündür.
Kısacası, günümüzün yakıcı sorunu, devrimci yapıların kendi içinde kök salan ataleti, sekterliği ve uzlaşmacılığı fark edememesi, ya da fark etse bile ona karşı gerekli iradeyi gösterememesidir. Mao Zedong’un Kültür Devrimi’nde vurguladığı gibi, gerçek devrim, yalnızca dışsal düşmana karşı değil, partinin kendi içinde gelişen gerici eğilimlere karşı da verilmelidir. Bugün, devrimci bir yenilenme için en önemli görev, partiyi kutsallıktan ve değişmezlikten arındırmak, kolektif aklı yeniden diriltmektir. Aksi takdirde devrim, bir ritüele, parti ise bir sekterizm tapınağına dönüşecektir.