TASFİYECİLİĞE KARŞI ÇİZGİ MÜCADELESİ

Ateş içinde dövülen bir kılıçtır devrim, yalnızca barikatların arkasında, hendeklerin içinde, siperlerin ötesinde verilen bir savaş değildir. Devrim, örgütün kendi damarlarında, hücrelerinde, en ince liflerinde de yürütülmek zorunda olan bir savaştır. Bu savaş, çelikleşmiş bir irade ile devrimi sonuna kadar götürmeye kararlı olanlar ile yolun yarısında duraksayanlar, devrimi bir niyet beyanına, bir siyaset oyununa indirgemek isteyenler arasındadır. Tasfiyecilik, devrimci hareketin içinde sessizce ilerleyen bir hastalık gibidir. İlk başta kendini belli etmez. Küçük ödünlerle başlar, devrimci ilkelerin birer “esneklik meselesi” olarak ele alınmasıyla büyür, sonunda örgütün tüm ruhunu teslim alacak kadar ilerler. Bir zamanlar sarsılmaz bir iradeyle yükselen devrimci sloganlar, zaman içinde yerini muğlak kelimelere, reformist vaazlara, legalizmin ve parlamentarizmin rahatlatıcı yalanlarına bırakır. Çizgi mücadelesi işte tam da bu noktada zorunlu hale gelir: Devrimi yarı yolda bırakanlarla, onu sonuna kadar taşıyanlar arasındaki hesaplaşmadır bu.

Tarih, tasfiyeciliğe karşı mücadele etmeyenlerin nasıl yok olup gittiğinin örnekleriyle doludur. Lenin, Menşeviklerin devrimi saptırma çabalarına karşı amansız bir savaş yürütmeseydi, Bolşevikler 1917’de iktidarı alamazdı. Mao, Parti içindeki sağ sapmaları ezmeseydi, Çin Devrimi içerden çürütülerek daha doğmadan öldürülebilirdi. Türkiye devrimci hareketi de bu mücadeleyi defalarca vermiş, tasfiyeciliğin karşısına keskin bir irade koyanlar kadar, ona teslim olanların hazin çöküşüne de tanıklık etmiştir. Şimdi aynı savaş, bugünün devrimcileri tarafından verilmek zorundadır. Tasfiyecilik, ideolojik netliği gölgeleyen bir sis perdesi gibi örgütlerin üzerine çöküyor.

Sınıf mücadelesi ile devrim arasındaki bağı koparanlar, “yeni yollar” adına reformizme kapı aralayanlar, devrimci mücadeleyi legalizmin dar sınırlarına hapsetmeye çalışanlar örgütlerin içinde mevzileniyor. Devrimci disiplinin, teorinin ve eylemin bütünlüğü için bu mücadele kaçınılmazdır. Çünkü çizgi mücadelesi verilmediğinde, devrimciler değil, tasfiyeciler kazanır. Bu savaş, yalnızca düşmana karşı değil, devrimi içerden yıkmaya çalışan eğilimlere karşı da verilmek zorundadır. Çünkü kılıç, ateş içinde dövülür. Ve devrimci çizgi, ancak böyle çelikleşir. Tasfiyecilik Nasıl İşler? Örgüt İçinde Çürümeye Giden Süreç Tasfiyecilik, kapıyı çalarak gelmez.

O, devrimci iradeyi bir çakıl taşını aşındıran su gibi sabırla, yavaş yavaş eriterek ilerler. İlk başta yalnızca küçük ödünler verilir: Örgütsel disiplin “fazla katı” bulunur, devrimci ilkeler “zamana uydurulmalı” denir, silahlı mücadele “henüz erken” diye ötelenir. Fakat devrim geciktikçe çürüme hızlanır, ideolojik netlik bulanıklaşır ve bir bakmışsın ki, devrim adına konuşanların dili reformistlerin diliyle örtüşmeye başlamıştır.

Tasfiyecilik, örgüt içinde farklı maskelerle kendini gösterir: İdeolojik Belirsizlik: Netlik, yerini belirsizliğe bırakır. Marksizm-Leninizm-Maoizm “katı dogmalar” olarak görülmeye başlanır, devrimin yerini “uzun soluklu demokratik mücadele” alır. İhtilalci teori, kitlelerin “hazır olmadığı” bahanesiyle rafa kaldırılır. Reformizmin Yükselişi: “Önce kitleleri kazanmalıyız” diyenler, bu uğurda devrimci propagandanın içini boşaltmaya başlar. Radikal devrim çağrıları yerine “demokratik hak mücadelesi” öne çıkarılır, sendikalizm ve seçim ittifakları “önemli taktikler” haline getirilir. Legalizme Teslimiyet: “Mevcut koşullarda başka çaremiz yok” diyenler, devrimci örgütü parlamentarizmin sınırlarına hapseder. Mücadele, yeraltından legal alanlara kaydırılır; partiler, sendikalar ve STK’lar “ana mücadele sahası” ilan edilir.

Devrimin sert yolu yerine, reformizmin güvenli limanı tercih edilir. Liberalizm ve Bireycilik: Örgütsel disiplin “baskıcılık” olarak görülmeye başlanır. Kolektif karar alma mekanizmaları çözülür, bireysel inisiyatif adı altında örgüt içi disiplinsizlik meşrulaştırılır. Devrimci örgüt, bir süre sonra birbirinden kopuk bireylerin toplamına dönüşür. Tarih, tasfiyeciliğin devrimci hareketleri nasıl içerden çökerttiğinin örnekleriyle doludur. Sovyetler Birliği’nde Lenin sonrası revizyonist çizgi, “sosyalizmi inşa ediyoruz” derken proletaryanın diktatörlüğünü tasfiye etti. Çin’de Liu Şaoçi ve Deng Xiaoping’in temsil ettiği sağ sapma, devrimcileri tasfiye ederek kapitalizmi geri getirdi.

Türkiye’de devrimci hareketin en güçlü olduğu anlarda bile, reformizme teslim olan gruplar, legalizme saplanıp düzen içinde eridi. Bugün de aynı senaryo tekrar ediliyor. Devrim adına konuşanlar, devrimci hareketin köklerini kesmeye çalışıyor. Fakat tarih, çizgi mücadelesi vermeyenlerin tasfiye olduğunu defalarca kanıtladı. Şimdi aynı soruyla yüz yüzeyiz: Devrimi mi taşıyacağız, yoksa onu içerden çürütenlere mi teslim edeceğiz? Çizgi Mücadelesi Olmadan Devrim Olmaz Tasfiyecilik, örgütün damarlarına sızan bir zehir gibidir; fark edilmediği sürece felç edici etkisini artırır.

Bu yüzden devrimci hareketin en önemli görevi, her aşamada çizgi mücadelesini yükseltmek, safları netleştirmek ve çürümeye karşı devrimci iradeyi bileyerek karşı koymaktır. Peki, çizgi mücadelesi nasıl yürütülmelidir? Bir hareketin en büyük gücü, onun ideolojik netliğidir. Mao Zedong, “Doğru bir ideoloji olmadan doğru bir pratiğin olması mümkün değildir” derken tam da bunu anlatıyordu. Devrimci çizgi, tavizsiz ve kararlı bir şekilde korunmalı, revizyonizmin en küçük belirtileri bile tespit edilerek mahkûm edilmelidir.

Türkiye’de reformist solun tasfiyeci süreçlerini hatırlayalım: 1970’lerde “barışçıl geçiş” savunucuları devrim yerine parlamenter yolu benimseyerek sisteme entegre oldular. 1990’larda legal alanda faaliyet gösteren gruplar, giderek devrimci kimliklerini kaybederek düzenin sınırları içinde varlıklarını sürdürmeyi tercih ettiler. Bugün ise, kendini “devrimci” olarak tanımlayan pek çok yapı, silahlı mücadeleyi gündeminden çıkarmış, emperyalist ittifaklara göz kırpan bir hatta ilerlemektedir. Bu yüzden, çizgi mücadelesi her şeyden önce ideolojik bir savaştır.

Revizyonizmin her biçimiyle hesaplaşmak, devrimci ilkeleri tavizsiz bir şekilde savunmak zorundayız. Çizgi mücadelesi yalnızca teorik bir tartışma değildir; aynı zamanda pratik bir savaştır. Tasfiyeciliğin en büyük silahlarından biri örgütsel disiplini gevşetmek, devrimci kadroları bireycilik ve liberalizmle yozlaştırmaktır. Bu yüzden örgüt, iç dayanıklılığını artırmalı, devrimci kolektif ruhu korumalıdır.

Bunun için: Kadro eğitimi ve ideolojik netliği artırılmalı, devrimci bilinç yükseltilmelidir. Eleştiri-öz eleştiri mekanizmaları işletilmeli, örgüt içi yozlaşma belirtileri anında mahkûm edilmelidir. Devrimci militanlaşma süreci kesintisiz devam etmeli, mücadele pratiği her an güncellenmelidir. Tarihsel örnekler, çizgi mücadelesinde tavizsiz olunmadığında hareketin çöküşe geçtiğini gösteriyor. Sovyetler Birliği’nde Stalin sonrası revizyonist çizginin yükselmesine sessiz kalanlar, sosyalizmin tasfiyesine göz yumanlar oldu. Çin’de Mao Zedong’un ölümünden sonra çizgi mücadelesini terk edenler, kapitalizmin geri dönüşünü engelleyemediler. Türkiye’de de tasfiyeciliğe karşı mücadele etmeyen devrimci yapılar, zaman içinde düzen içi bir pozisyona sürüklendiler.

Her devrimci süreçte olduğu gibi, bugün de çizgi mücadelesi kaçınılmazdır. Tasfiyeciliğe karşı verilecek mücadele, devrimin kaderini belirleyecektir. Bu mücadelede şunlar yapılmalıdır: Reformist ve tasfiyeci unsurlar teşhir edilmeli, çizgisel netleşme sağlanmalıdır. Emperyalizmle uzlaşan, legalizme saplanan ve devrimci mücadeleyi erteleyen anlayışlar mahkûm edilmelidir. Devrimci kadrolar, yalnızca düşmanla değil, örgüt içindeki çürümeye karşı da savaşmalıdır. Mao’nun dediği gibi: “Devrim bir akşam yemeği değildir, nazik bir sanat eseri değildir. Devrim, bir sınıfın diğer sınıfı devirmesiyle olur.” Eğer devrim istiyorsak, önce kendi saflarımızı temizlemeli, tasfiyeciliğe ve revizyonizme karşı net bir çizgi mücadelesi vermeliyiz.

Çizgiyi Netleştirmek, Devrimi Korumaktır Devrimci hareket, yalnızca dış düşmanlarla değil, kendi içindeki çürüme ve çözülmeyle de savaşmak zorundadır. Tarih, bize gösterdi ki, en büyük yıkımlar dışarıdan değil, içeriden geldi. Büyük kaleler, içerden açılan kapılarla düşer. En sert devrimler, çizgi netliği kaybolduğunda tasfiye edilir. Eğer devrim bir nehirse, tasfiyecilik onun yatağını kurutan çöldür. Ve bu çölü aşmak, ancak devrimci iradenin çelikten disiplinine ve sarsılmaz inancına bağlıdır. Bugün önümüzde duran soru nettir: Devrim için mi, tasfiye için mi? Bir yanda kararsızlık, yumuşama ve yenilgi vardır.

Öte yanda ise devrimci iradenin çelikleştiği, savaşın ve mücadelenin keskinleştiği, ideolojik netliğin tavizsiz bir şekilde korunduğu bir yol vardır. Bu yol zordur, çetindir. Ama başka bir seçenek yoktur. Mao, “Rüzgâr doğudan mı, yoksa batıdan mı esiyor?” diye sorarken, devrimci mücadelenin yönünü tayin etmenin önemini vurguluyordu. Çizgi mücadelesi, işte tam da bu yüzden hayati bir meseledir. Eğer rüzgârı devrimci iradeyle yönlendirmezsek, tasfiyecilik ve reformizm bu rüzgârı arkasına alıp bizi savuracaktır.

Ya devrimci iradeyi kuşanıp fırtınaya karşı dimdik duracağız ya da çürümüş fikirlerin, reformizmin ve tasfiyeciliğin bataklığında boğulacağız! Ya çizgimizi bileyip devrimi zafere taşıyacağız ya da tarih bizi un ufak edip yok edecek!

Tarih affetmez, mücadele beklemez, devrim ertelemez! Ya savaşı büyütüp zaferi kazanacağız ya da ihanetin, teslimiyetin ve çöküşün kara sayfalarına gömüleceğiz!

Şimdi karar zamanı: Alev olup yangına dönüşmek mi, yoksa küle karışıp savrulmak mı?!

Bu yazı Maoist Perspektif dergisinden alınmıştır.

Scroll to Top