PKK’nin Silah Bırakması: Yeni Osmanlıcılık, Amerikan Jeopolitiği ve PKK’nin Üçüncü Cephe Arayışı- Kısa Bir Değerlendirme

Yazan: Pavel Korçagin

PKK’nin silah bırakma kararı, ilk bakışta Türkiye ile örgüt arasındaki kırk yıllık çatışmanın sona ermesi olarak okunabilir. Ancak daha dikkatli bir analizle, bunun sadece silahlı bir mücadelenin değil, aynı zamanda bölgesel güç dengelerinin yeni bir safhaya geçişinin de göstergesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. AKP iktidarı, Osmanlı’nın ardılı olarak sadece modern ulus-devlet refleksleriyle değil, tarihsel imparatorluk hafızasıyla hareket ederken; ABD ise Soğuk Savaş sonrası bölgedeki vekil güç stratejisini yeniden kalibre etmektedir. Kürt ulusal hareketi ise, parçalanmış coğrafyasını birbirine bağlayacak bir üçüncü cepheyi İran’da kurmak için fırsat kollamaktadır. 


AKP ve Erdoğan iktidarının stratejik hesapları 

Türkiye’de mevcut iktidar, yalnızca ideolojik olarak değil, zihinsel ve siyasal davranış kodları açısından da Osmanlı’nın devamıdır. Osmanlı’nın klasik siyaset tarzında önemli bir yer tutan “denge siyaseti”, hile, ayak oyunu, düşmanı zamanla çözme ve parçalama stratejileri günümüz iktidarının dış politikada temel yöntemleri hâline gelmiştir. PKK’nin silah bırakma çağrısı karşısında takınılan “ılımlı” tutum, aslında daha geniş ve uzun vadeli bir stratejinin parçasıdır: PKK’yi Kandil’in işgal edilmesi zor dağlık yapısından çıkarıp Rojava’nın düz ovalarına çekmek ve olası bir uygun koşulda orada imha etmek Erdoğan ve iktidarının temel hedefidir. 

Bu stratejinin başarısı için Türkiye’nin, ABD ile olan taktiksel çelişkilerini bir kenara bırakıp stratejik pazarlığa oturması muhtemeldir. Bunun için Türkiye, ABD’ye ekonomik, diplomatik ve hatta askeri düzlemde ciddi tavizler verebilir. NATO içindeki pozisyonunu kullanarak “İran karşıtı cephede” aktif bir aktör gibi görünmek, ama Kürt ulusal hareketini kendi hedeflerine çekmek, Türkiye açısından çifte oyun politikasının bir örneğidir. 

Ayrıca PKK’nin silah bırakmasını Erdoğan iç politikada da kullanacaktır. Erdoğan, içeride ekonomik kriz, toplumsal memnuniyetsizlik ve yargı-başkanlık sistemine olan tepki nedeniyle kaybettiği prestijini, Kürt seçmenin oylarını alarak yeniden kazanmak istemektedir. Yeni bir barış süreci, Erdoğan için hem içeride meşruiyet hem de olası bir seçimi kazanmak adına yeni bir seferberlik aracı olabilir. 

ABD: Kürt Güçlerini İran’a Yönlendirme ve Cepheyi Daraltma Planı 

ABD’nin bölgesel hedefi artık açık bir biçimde İran’ın kuşatılmasıdır. 2003 Irak işgali ile başlayan süreç, Suriye’de YPG üzerinden sürdürülen vekil savaşlarla derinleşmiş, şimdi ise İran içi etnik-siyasal fay hatlarının tetiklenmesine evrilmiştir. Bu doğrultuda ABD, Kürt güçlerinin tüm enerjisini ve kapasitesini İran cephesine yönlendirmek istemektedir. Bu yönlendirme stratejisi, Kürt Ulusal hareketinin Türkiye ile olan çatışmasını “geçici olarak” dondurma ve dikkatlerini doğuya çevirme biçiminde işlemektedir. 

ABD, Suriye deneyiminde en çok zorlandığı durumun, Türkiye ile PKK arasındaki çatışma olduğunu gördü. Bu çatışma nedeniyle her iki gücü koordineli olarak kullanmayı başaramadı. Hem YPG’nin çatışmalara kaynak ayırması hem de Türkiye’nin ABD’yi sürekli baskılaması, Suriye operasyonunun stratejik düzenini bozdu. Bu nedenle ABD, bu kez hem Türkiye’yi hem de PKK’yi eşzamanlı olarak İran’a karşı kullanabileceği bir ortam yaratmak için barış sürecini her iki tarafa da adeta dayatmıştır. 


Ayrıca ABD Kürt ulusal hareketini sadece İran için değil, gelecekteki İsrail güvenliği, enerji yollarının kontrolü, Rusya’nın güneydeki etkisinin kırılması ve Çin’in BRI (Kemer ve Yol) güzergahlarının bozulması gibi çok katmanlı stratejiler için de konumlandırmaktadır. Kürt ulusal hareketi ABD için şimdilik sadece stratejik bir ortaktır. Dolayısıyla kullanım süreleri ve alanları Washington’un çıkar hesaplarına bağlı olarak değişebilir. 


PKK: Devrimin Üçüncü Cephesi Olarak İran 

PKK’nin silah bırakma kararı, Türkiye cephesinde bir taktik geri çekilme, ama aynı zamanda İran cephesinde bir atılım hazırlığı olarak okunmalıdır. PKK’nin bu yönelimi, Rojava’daki deneyimin İran’a taşınması planına dayanmaktadır. İran’ın içinde bulunduğu ekonomik kriz, genç nüfusun siyasal hoşnutsuzluğu, etnik farklılıkların bastırılması ve ABD’nin kışkırtıcı etkisi, PKK’nin (PJAK’ın) güçlü bir atılım için İran’ı uygun bir hedef olarak görmesine neden olmaktadır. 

Rojava’da kurulan “demokratik konfederalizm” modeli, Rojhilat bölgesinde de kopyalanmak istenmektedir. Ancak bu, yalnızca ideolojik bir hedef değil, aynı zamanda örgütsel kapasitenin ve uluslararası desteğin yeniden konumlandırılmasıdır. PKK, Türkiye ile yaşanan çatışmayı şimdilik dondurarak, bütün enerjisini İran’a aktarmaya hazırlanmakta, böylece dördüncü parça olan İran Kürdistanı’nda da “devrimci süreç” başlatma planı yapmaktadır. 


Sonuç: Geçici Barışlar, Kalıcı Savaşlar 

2025’teki gelişmeler göstermektedir ki, hiçbir aktör edilgen değildir. Türkiye, tarihsel Osmanlıcılık refleksleriyle aldatıcı barışlar kurup düşmanını uygun anda vurmak isteyen bir güç olarak hareket etmektedir. ABD, kendi çıkarları doğrultusunda Kürt ulusal hareketini başka bir cepheye yönlendirme çabası içindedir. PKK ise bu çelişkilerden faydalanarak gelecege dair hamlelerini yeniden organize etmeye çalışmaktadır. 

Bölge, görünürde bir “barış süreci” yaşarken; aslında derinleşen bir hegemonya mücadelesine, yeniden çizilecek haritalara ve sınıf-ulus gerilimlerinin daha da keskinleştiği bir döneme girmektedir. Bu nedenle, bugün atılan her adım, sadece bugünü değil, bölgenin geleceğini de şekillendirecektir. 

Scroll to Top