Yazan: Mülayim İçten

İlerici güçler, Esad’ın Suriye’de iktidardan düşmesinin ardından ortaya çıkabilecek çelişkileri analiz ederken, bu çelişkilerin hangi yöne evrileceği konusunda büyük bir sapma göstermedi. Emperyalist yağmacılık aşama aşama İran’ı çevreleyerek Ortadoğu’da yeni bir cephe açmakta ve talanını sürdürmektedir. İran’a yönelik son hava saldırısının ABD ve NATO tarafından açıkça onaylanıp organize edildiğini ayrıca vurgulamaya gerek görmüyoruz; zira bu çapta örgütlü bir operasyon ancak böylesi ittifaklarla yürütülebilir.
Saldırı dalgasının nükleer müzakerelerin sürdüğü bir döneme denk gelmesi, emperyal güçlerin kitleleri manipüle etme hedefini de ortaya koymaktadır. Ne var ki kitleler, Irak işgali sırasında benzer manipülasyonların bilincinde edindikleri deneyim nedeniyle bu türden yönlendirmelere artık duyarsız değildir. Ayrıca geniş kesimler emperyalist talandan ve işgal girişimlerinden derin bir rahatsızlık duymaktadır.
Emperyal güçlerin, İran’ın İsrail’e ya da NATO’ya ait askeri alanlara misilleme ihtimalini göze alarak bu eylemlere giriştiği açıktır. İran’a yönelik geniş çaplı bir hava saldırısının ardından, İran’ın kendini savunamayacağına dair yanılgılar dolaşıma sokulmuştur. Hatta İran’ın karşılık vermesine içerleyenler de bulunmaktadır; bunların çoğu açıkça emperyalist sözcülük yapmaktadır. İran’daki Molla rejiminin dış müdahalelerle yıkılma olasılığına sevinç duyan çevrelerin de bu şakşakçılıkta payı vardır. Ancak unutulmamalıdır ki İran’ın iç çelişkileri kendi dinamikleriyle iç içedir ve Molla rejimini sona erdirecek olan, emperyalist güçlerin desteği değil, bizzat İran halkıdır. Molla rejiminin Köhne fikirleriyle, İran halkına dayattığı baskı ve zulüm ancak İran’ın iç dinamiklerinde ki ilerici güçler karşı koyabilir ve Molla rejimini alaşağı edebilir. Aksi taktirde hiçbir işgal kabul edilemez; bundandır bugün İran’a karşı gerçekleştirilen saldırı ve olası işgale karşı duruyoruz.
İran, bölgesel ölçekte emperyalistlerin karşısında bir güçtür. Kendi kendine yetebilen nadir ülkelerden biridir. Zengin kültürel mirası ve stratejik konumu, Ortadoğu’da etkinliğini pekiştirirken yeraltı zenginlikleri de emperyalistlerin radarına girmektedir. Doğalgaz ve petrolün yanı sıra uranyum ve nadir toprak elementleri bakımından da zengindir. Jeoekonomik olarak bölgeyi cezbeden bir konuma sahiptir; Çin’in Kuşak‑Yol Girişimi’ndeki rolü son derecede önemlidir. Aynı şekilde Basra Körfezi’ndeki konumu da kritik bir ağırlık taşır. Çin, Pakistan ve İran’ın yürüttüğü CPEC projesi yaklaşık 60 milyar dolarlık bir hacme erişmiş olup hâlen ikinci aşamadadır.
Gwadar, Chabahar ve Bandar Abbas limanlarının jeostratejik önemi, İran’ın konumuyla bütünleşmektedir. ABD ve ortakları, Çin’i sınırlandırmayı ve ekonomik faaliyetlerini daraltmayı hedeflerken İran kilit bir noktada durmaktadır. İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzunun azaldığı ve bölgesel vekil güçlerinin etkinliğinin sınırlı kaldığı göz önüne alındığında (ki İran öz savunmaya geçmiştir), ABD ve İsrail’in, İran’a yönelmesinde bu unsurlar belirleyici olmuştur. Öte yandan İran’ın iç dinamiklerindeki hareketlenme, emperyalist emellere uygun değildir; burada gelişecek ilerici bir devrim emperyalist güçlerin işine gelmeyecektir ve sonuçları tüm Ortadoğu’ya sirayet edecektir. Bu sonuçlar bölgesel bir ileriye sıçrama potansiyeli taşımaktadır.
ABD, ticaret savaşlarını bölgesel çatışmalara evirerek küresel hegemonyasını muhafaza etmeye ve Çin’i Orta Asya’da sınırlamaya çalışmaktadır. Geleceğin jeoekonomik alanlarının öneminin artması, Ukrayna örneğinde de görüldüğü üzere, bu eğilimi pekiştirmektedir. Ayrıca Hindistan ve Pakistan gerilimi ve Belucistan’daki iç çatışmalar Çin’in ekonomik çalışmalarını frenleme; sınırlarında istikrarsızlık ve belucistan’da bulunan Gwadar limanında ki etki alanını kısıtlamaktır. Bu ticaret savaşlarının pratik ayakları olduğu söylemek gerekiyor.
Emperyalistlerin birbiriyle dalaşında, bulunduğumuz ülke topraklarının bölgesel konumu çok önemlidir. ‘’İşgal olmaz’’ vb. soyut akıl tutulmalarına karşı bizler dikkatli olmalıyız. Örgütlü olmalıyız. Ve topraklarımızın olası işgallerin rampası olasılığına karşı durmalıyız.
Bu minvalde Türkiye / Kuzey Kürdistan’daki ilerici güçler açısından esas görev, anti‑emperyalist kampı güçlendirmek ve emperyal çıkarlara karşı bölgesel bir direniş hattı örgütlemektir.
İlerici güçler, emperyalist saldırganlığın hangi yöne evrildiğini doğru analiz etti; peki ne yaptı? Bu soru, önümüzdeki dönemde kritik önem taşımaktadır. Türkiye / Kuzey Kürdistanlılar olarak İran’a yönelik saldırı bizleri doğrudan ilgilendirmektedir.
İran’ın olası bir işgali, Türkiye / Kuzey Kürdistan topraklarında şekillenecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin sözde kınama açıklamaları, “Kurt postuna bürünmek” deyimiyle özetlenebilecek bir ikiyüzlülüğün ifadesidir. Ankara yönetimi, bu saldırının gerçekleşeceğini Suriye’deki paramiliter yapısı HTŞ’nin iktidara gelmesiyle birlikte öngörmekteydi. İsrail ve ABD çizgisinde hareket ederek kendi bölgesel çıkarlarına hizmet ederken, düşen kırıntılardan pay almaya da heves etmektedir. AKP iktidarı, bu süreçte kendi siyasal formunu tahkim edecek bir zemin görmektedir. Şuana kadar ki kendi basın yayın ağlarında Güney Azerbaycan ve Türk etnik kökenli bölgeleri işaretleyerek buralardaki olası fırsatlarda değerlendirilmeli sözleri yavaş yavaş servis ediliyor.
İran gibi bölgesel ağırlığı yüksek bir ülkenin savaşlarla geriletilmesi, Türkiye’nin etkinliğini artıracaktır. İran’ın tarihsel rolü, bölge halklarıyla kültürel ve siyasi bağlarının derinliği, Osmanlı döneminden bu yana bilinir. Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin ile ilişkilerinin köklülüğü, zaman zaman zayıflasa da süreklilik arz eder. Bugün bu etkinin adım adım kırılması hedeflenirken, Türkiye’nin pastadan büyük pay almaya çalışacağı açıktır.
Sınır ülkelerinin birer birer çözülmesi, Türkiye’nin askerî ve ekonomik gücünü komşularına dayatmasına imkân tanıyacaktır. Bu nedenle İran’ın çözülmesi, bölgedeki güç dengelerinin sil baştan kurulması anlamına gelir. Türkiye yönetiminin “Barış görüşmelerinde sıra bize gelecek” söylemi yanıltıcıdır; asıl hedef bölgesel hegemonya elde etmektir. Bu bağlamda, emperyal güçlerin taleplerine verilen tavizler de buradan beslenmektedir.
Öyleyse sorumuzu yineleyelim: İlerici güçler, bu analizi pratiğe dökerek anti‑emperyalist cephenin inşası için ne yapmaktadır? Filistin özelindeki çalışmalar, bu cephe için mihenk taşı niteliği taşır. Ancak olası bir İran işgaline karşı, şimdiden derin ve örgütlü bir hazırlık yapmak zorunludur. Anti‑emperyalist cepheyi genişletirken tereddüt göstermemeliyiz. Kendimize güvenmeliyiz; zira biz komünistler tarihin haklı tarafında ses yükseltiyoruz. Anti‑emperyalist cephe, geri kalmış güçlerin sınıf mücadelesinde etkin rol oynaması için etkili bir araçtır.