ANTİ-EMPERYALİST MÜCADELENİN KAYIP CEPHELERİ VE BÖLGE HALKLARININ İÇ İÇE GEÇMİŞ KADERLERİ

Yazan: Hasan Salih

Suriye’nin beklenmedik çöküşünün ardından Ortadoğu’da tarihi bir sürece tanıklık etmekteyiz. Bölgede Rusya’ya karşı göreli bir zafer elde etmiş olan ABD, aceleci adımlarla kendi planını hayata geçirmeye çabalarken, öte yandan ortaya çıkan boşluğun terörist İsrail devleti tarafından domine edildiği ve anti-emperyalist, ilerici güçlerin manevra alanlarının bir hayli daraldığı oldukça can sıkıcı bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

Kendisini cihan imparatoru ve yegâne muktediri olarak gören hastalıklı zihniyetiyle tüm bölgeyi günün şartlarına uygun olarak “baştan yaratmak” isteyen Trump yönetimi, şimdiden Filistin Direnişi/Direniş Ekseni başta olmak üzere Yemen’i, İran’ı, Lübnan’ı, Irak’ı ve en nihayetinde Türkiye’yi topun ağzına koymuş durumda.

Bir adım geriye çıkarak daha geniş bir açıyla, yakın geçmişimize de bakarak bugün yaşadıklarımızı ele aldığımızda, bu cendereden Ortadoğu haklarının kurtuluş reçetesinin ana hatlarını kabaca sıralamak mümkün olabiliyor: Türkiye’de bağımsız, geniş bir anti-emperyalist direniş cephesini örgütleyebilmiş olmak; Suriye Arap Cumhuriyet’ine yönelen emperyalist saldırganlığa net bir şekilde karşı durabilmek ve muhafazası için gayret göstermek; (Bu aynı zamanda, tüm Direniş Eksen’ini korumak ve daha güçlü kılmak adına sahip olunan tüm aygıtları ve ortak mücadele araçlarını da muhafaza edebilmek anlamına gelecekti.) bölgedeki tüm ilerici güçlerin ABD ve İsrail karşıtı bir pozisyon almasını zorlayacak ideolojik ve pratik mücadele şartlarını oluşturabilmek ve bölgede ortak ilkeler ve çıkarlar etrafında ABD karşıtı tüm güçlerin koordinasyon içinde olmasını sağlayacak mekanizmalar yaratabilmek… Ancak tüm bu kritik görevlerde alınan yenilgiler, bugün ortak mücadelemizin kayıp cepheleri olarak kayda geçmekte ve önümüzdeki süreçte yapılması gerekenlere dair önemli dersleri de beraberinde getirmektedir.

Türkiye’de 2009 İMF-DB toplantısını sokakta, direnişle karşılayarak dünyanın gündemine oturan, daha sonra 2011’de Kürecik’e kurulan NATO Kalkanı karşıtı mücadelede ortaya çıkan potansiyel devlet tarafından bir şekilde yok edildi. Farklı yapılarda olmalarına karşın, özellikle ortak anti-emperyalist direniş noktasında benzer bakış açısına sahip olan, kısmen bunun ortak araçlarını yaratmış ve bunu geliştirmeyi en önemli görevlerinden bilen tüm kadrolar bir şekilde ya mücadelenin dışına itildi ya da ideolojik olarak “ıslah” edildi.

Subjektif güçler olarak yenilginin esasını oluşturduğumuzu kabul etmeliyiz. Ancak bunun yanında, yönetilen kapsamlı saldırıyı, özellikle de bunun ideolojik tarafını göz ardı etmemek gerek.

Suriye’ye yönelen emperyalist saldırganlığa ve NATO’nun Türkiye ve bölge faaliyetlerine karşı duruşu politik kitle faaliyetinin önemli bir parçası haline getiren yapıların sayısı bir elin parmak sayısını geçmediyse de, ortaya çıkardıkları potansiyelin sonucu olarak
devletin öncelikli hedefleri haline geldiler. Gerek fiziki imha ile, gerek tutuklamalar ile gerekse bu yapıların içindeki devlet unsurlarının karşı faaliyetleri ile hedef alındılar. Ancak bu çok boyutlu saldırının esasını temsil etmiyordu.

Saldırının esasını, özellikle Kürt Ulusal Hareketi’nin öncülüğünde Türkiye devrimci hareketine sunulan ve maalesef epeyce alıcı bulan ideolojik yönelim oluşturuyordu. Buna göre, sınıf-toplum ilişkilerini ifade eden tanımlamaların yanı sıra emperyalizm gibi kritik olguların ele alınışı da tahrif ediliyordu. Bu da, elbette niyet ve söylem farklı olsa da pratik olarak Kürt Ulusal Hareketi ile yol alanların -tarihimizde Bora Gözen’lerden Mahir Çayan’lara sayısız Türkiyeli devrimcinin büyük bedelleri göze alarak omuz verdiği- Ortadoğu anti-emperyalist ve anti-Siyonist mücadelesinin bugünkü temsilcilerinin karşısında konumlandırdı.

Nihayetinde, başarılması gereken en kritik görevlerde alınan ağır yenilgilerin bölgemizdeki ortak direnişe ne derece zarar verdiğini ve bu yenilgilerin nasıl canlı yayınlarda yayınlanan katliamlara, Filistinli, Lübnanlı, Suriyeli masum insanların amansız soykırımına
dönüştüğüne maalesef acı bir şekilde tanıklık etmekteyiz. Nitekim yapılması gereken yegâne şey, öncelikle bölge halkları olarak kaderlerimizin ne kadar birbirine bağlı ve iç içe geçmiş olduğunu anlayabilmek.

Bugün, yüzbinleri tekrar sokağa indiren AKP hamlesinin, CHP ile arasındaki çatışmanın doğal bir tezahürü olmaktan çok daha büyük anlamları olduğunu sezebilmek, ifade edilen iç içeliği anlamak açısından da önem arz etmekte. Erdoğan’ın bu derece bir pervasızlıkla ve ekonomik ve toplumsal riskleri dahi göz ardı ederek İmamoğlu ve CHP’ye saldırıyor olması, ABD ve NATO’nun bölgesel talepleri doğrultusunda Türkiye’den bazı güvence(ler) alması sonucunda birlikte çalışma süresinin uzatılması noktasında bir uzlaşıya ve buna bağlı olarak iç siyasette Erdoğan’a bir serbesti sağladığına, tabiri caizse İmamoğlu ve sonraki adımda muhtemel diğer rakibi Mansur Yavaş risklerine karşı bir “açık çek” aldığına delalet ediyor.

Son tahlilde; Türkiye’de bir anti-emperyalist mücadele odağı ortaya konulabildiği, buna paralel olarak karderdaşlarımızın ise Filistin’de, Yemen’de, İran’da ve Lübnan’da direnebildiği sürece güçlü olabilme, var olabilme şansımız olacaktır.
Aksi, hiçbirimizin tahmin edemeyeceği düzeyde bir karanlık…

Bu yazı, yazarın düşüncesidir.

Scroll to Top