Yazan: Cafer Can

Bugünün dünyasında “yerel yönetim” kavramı, burjuvazinin demokratik maskelerinden biri haline gelmiştir. Belediyeler, yerel meclisler ve çeşitli halk kurumları görünürde halk iradesini temsil eder; gerçekte ise sermaye sınıfının çıkarlarını, devletin merkezileşmiş yapısının yerel uzantıları olarak yeniden üretirler. Halkın doğrudan iktidar pratiğinden kopuk olan bu yapılar, kitlelerin kendi yaşamları üzerindeki gerçek denetim hakkını bir tiyatroya dönüştürür.
Oysa Marksist-Leninist-Maoist teori, yerel yönetimi yalnızca idari bir aygıt olarak değil, devrim sürecinin en dinamik laboratuvarlarından biri olarak kavrar. Devrimci yerel yönetimler, halkın doğrudan ve etkin katılımıyla şekillenir; yalnızca yönetsel bir değişim değil, mülkiyet ilişkilerinde ve toplumsal örgütlenmede köklü bir dönüşüm yaratır. Mao Zedong’un ifadesiyle, “Halkın geniş kitleleri, kendi kurtuluşlarının yalnızca yazarları değil, aynı zamanda uygulayıcıları da olmalıdır” (Mao Zedong, Halk Savaşı Üzerine, 1938)
Türkiye’nin mevcut sınıf yapısında, burjuva-feodal devlet aygıtının yerel uzantıları, kitleleri atomize eden, mücadele potansiyelini soğuran bir rol oynamaktadır. Bu koşullarda, devrimci halkçı yerel yönetimler yalnızca bir alternatif değil; halkın iktidar perspektifini somutlayan, devrimci iktidarın embriyosu olan zorunlu bir örgütlenme biçimidir.
İbrahim Kaypakkaya, Türkiye’de devrimci iktidarın inşasına dair tezlerinde yerel halk komitelerinin, köy ve şehir birimlerinde halkın doğrudan yönetimini esas alacağını vurgular. Kaypakkaya’ya göre: Köylüler, kendi içlerinden seçecekleri güvenilir devrimciler yoluyla köylerinde yeni bir düzen kuracaklardır. Bu düzenin merkezinde köylülerin doğrudan katılımı ve sürekli denetimi yer alacaktır (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, 1975)
Devrim, merkezde kurulan iktidardan köylere, fabrikalara, mahallelere dek ilmek ilmek örülmek zorundadır. Ve o ağ, halkın kendi elleriyle, kendi vicdanıyla, kendi denetimi altında kurulmadıkça, zafer yalnızca bir yanılsama olarak kalacaktır.
Teorik Temel: Halk İktidarının Yerel Düzeyde İnşası
Marksizm-Leninizm-Maoizm, toplumsal dönüşümü yalnızca devletin tepesinde yaşanacak bir iktidar değişimi olarak kavramaz; tersine, devlet aygıtının her hücresinin, her birim ve bölgesinin halkın doğrudan iradesine dayalı olarak yeniden örgütlenmesini zorunlu görür. Devrim, merkezi iktidarın ele geçirilmesinin ötesinde, halkın kendi yaşamı üzerinde kurduğu iktidarın binlerce küçük kalede inşa edilmesi sürecidir.
Lenin, Paris Komünü’nden çıkarılması gereken en önemli dersin, “işçi sınıfının eski devlet mekanizmasını parçalayarak yerine kendi kitle örgütlerini kurması gerektiği” olduğunu vurgular. Lenin şöyle der: İşçi sınıfı, hazır devlet mekanizmasını ele geçirmek ve onu kendi amaçları için kullanmakla yetinemez (Lenin, Devlet ve Devrim, 1917)
Bu ilke, yerel yönetim anlayışımıza doğrudan ışık tutar: devrimci halkçı yerel yönetim, mevcut belediyelerin veya yerel kurumların devralınıp içeriğinin değişmesi değildir; halkın bizzat kendi bağımsız örgütlerini kurarak, eski düzeni tasfiye etmesi anlamına gelir.
Mao Zedong, Çin Halk Savaşı sırasında, kurtarılmış bölgelerde kurulan devrimci yönetimlerin doğrudan halk meclisleri eliyle şekillendirilmesini esas almıştır. Mao, 1940 yılında şöyle der: Yeni demokratik düzen, halkın geniş kesimlerinin doğrudan katılımıyla kurulmalı; seçim hakkı yalnızca kâğıt üstünde değil, fiilen, halkın gerçek tercihleriyle kullanılmalıdır (Mao Zedong, Yeni Demokrasi Üzerine, 1940)
Bu anlayışın temelinde, halkın yalnızca temsilciler aracılığıyla değil, doğrudan ve sürekli bir şekilde karar süreçlerine katılması vardır. Yerel yönetim, bu anlamda, halkın gündelik yaşamdaki kolektif iktidar pratiğinin ifadesi olmalıdır. Mao’nun Halk Savaşı boyunca ısrarla vurguladığı gibi, halkın inisiyatifini geliştirmeyen hiçbir devrim kalıcı olamaz.
İbrahim Kaypakkaya da Türkiye’nin koşullarına özgü yerel iktidar organlarını tarif ederken, yerel devrimci yönetimlerin feodal kalıntıların tasfiyesi ve kitlelerin doğrudan yönetimi açısından stratejik bir rol oynayacağını belirtir. Şu sözleri özellikle dikkat çekicidir: Toprak ağalarının ve eşrafın tahakkümünden kurtulmuş köylerde, köylüler kendi komiteleriyle yaşamı örgütleyecek, adalet, güvenlik, üretim ve eğitim doğrudan halk organlarının denetimine girecektir. Bu, yeni bir düzenin ilk adımı olacaktır (İbrahim Kaypakkaya, Türkiye’de Devrimci Mücadelenin Yolu, 1972)
Devrimci Yerel Yönetimlerin Teorik Temelinde Şu Unsurlar Bulunur: eski devlet mekanizmasının parçalanması ve yerine halk örgütlerinin kurulması halkın doğrudan ve sürekli katılımı temelinde örgütlenme, seçim ve geri çağırma hakkının güvence altına alınması, ekonomik ve siyasal denetimin yerel düzeyde halkın elinde toplanması, üretim araçlarının ve hizmetlerin halk komiteleri tarafından kolektif olarak yönetilmesi, kültürel dönüşümün tabandan örgütlenmesi. Bu teorik temel, yalnızca bir ideal olarak değil, yaşanmış devrimci deneyimlerin ışığında somut ve pratik bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. Devrimci halkçı yerel yönetimler, halkın kendi hayatı üzerinde gerçek bir egemenlik kurmasının ilk adımıdır.
Devrimci Halkçı Yerel Yönetimlerin Temel İlkeleri
Devrimci halkçı yerel yönetimler, yalnızca bir yönetim modeli değil, halkın kendi hayatı üzerindeki tam egemenliğini tesis ettiği bir iktidar biçimidir. Bu yapının sağlıklı bir şekilde kurulabilmesi için, yalnızca eski düzenin yıkılması yetmez; yerine halkın çıkarlarına uygun yeni bir işleyişin, bilinçli ve sistematik bir şekilde inşa edilmesi zorunludur.
Bu noktada Marksist-Leninist-Maoist ilkelere dayanarak devrimci yerel yönetimlerin temel taşlarını şöyle belirlemek mümkündür
- Doğrudan Katılım ve Sürekli Denetim
Devrimci halkçı yerel yönetimler, temsilcilerle halk arasına bir duvar örmez. Seçilen her temsilci, halkın doğrudan denetimi altındadır. Her an görevden alınabilir, hesap vermekle yükümlüdür. Mao Zedong’un ifadesiyle: Halkın gözü sürekli açık olmalıdır; temsilciler halkın hizmetkârıdır, efendisi değil (Mao Zedong, Kadro Politikası Üzerine, 1942).
Bu anlayış, yerel yönetimi durağan bir idari yapıdan çıkarıp, halkın sürekli devrimci denetimi altında dinamik bir iktidar pratiğine dönüştürür.
2. Geri Çağırma Hakkı ve Seçimlerin Gerçek Anlamı
Devrimci yerel yönetimlerde seçimler bir formaliteden ibaret değildir. Seçilen her görevli, halkın iradesine tabidir ve güven kaybı durumunda halk tarafından derhal görevden alınabilir. Lenin’in Paris Komünü’nden çıkardığı dersleri hatırlarsak: Tüm görevliler, halk tarafından seçimle gelmeli ve her an geri çağrılabilmelidir (Lenin, Paris Komünü Üzerine, 1911)
3. Üretim ve Dağıtımın Kolektif Denetimi
Devrimci halkçı yerel yönetim, sadece siyasi kararları değil, ekonomik hayatı da halkın denetimine alır. Tarımda, sanayide, hizmetlerde üretim ve dağıtım mekanizmaları kitle komitelerinin kontrolüne geçer. İbrahim Kaypakkaya, devrimci iktidarın köylerde nasıl kurulacağına dair tezlerinde şöyle yazar: Toprakların yeniden dağıtımı, üretimin kolektifleşmesi ve köylülerin doğrudan örgütlenmesi, yeni düzenin temel direkleri olacaktır (İbrahim Kaypakkaya, Türkiye’de Devrimci Mücadelenin Yolu, 1972)
Bu, yalnızca adil bir paylaşımı değil, halkın üretim süreci üzerinde tam egemenliğini sağlar.
4. Kültürel ve Eğitsel Devrim
Sınıflı toplumun ideolojik tortuları yalnızca ekonomik dönüşümle silinemez. Devrimci yerel yönetimler, kültürel bir devrimi de zorunlu kılar.
Mao Zedong, kültürel devrim sürecinde şunu vurgulamıştı: Eski alışkanlıklar, eski kültür, eski adetler ve eski fikirler, halkın ayağındaki prangadır; bunlar yıkılmadıkça özgürleşme gerçekleşemez (Mao Zedong, Büyük Proleter Kültür Devrimi Üzerine Notlar, 1966)
Bu nedenle, devrimci halkçı yerel yönetimler, halkı eğiten, eski gerici düşünceleri yıkan, bilimsel ve devrimci değerlerle kitleleri donatan bir kültürel mücadele merkezine dönüşmelidir.
5. Kadro Örgütlenmesi ve Kitleler İçinde Erime
Yerel yönetimlerde görev alan devrimciler, birer yönetici değil, birer kitle önderi ve halkla bütünleşmiş kadrolardır. Lenin’in belirttiği gibi: Kadro, kitlelerden koparsa bürokrasiye dönüşür; kitlelere dayanırsa devrimin gücüne güç katar (Lenin, Kadro Sorunu Üzerine, 1921) Bu anlayış, halkla kaynaşan, onun içinde eriyen ve halktan öğrenen bir kadro tarzını zorunlu kılar.
devam edecek…