EMPERYALİST DİZAYN VE İSRAİL’İN SALDIRISI: ORTADOĞU’NUN JEOPOLİTİK SATRANÇ TAHTASI

Yazan: Pavel Korçagin

Ve ancak şu da unutulmamalıdır, an itibariyle fiili bir işgal durumu yaşanmaktadır. Dolayısıyla baş çelişki olan işgale karşı savaşmak esas, içerideki gerici rejime karşı savaşmak ise tali durumuna düşmüştür

İsrail’in İran’a yönelik saldırısı, yüzeyde iki devlet arasındaki uzun tarihli düşmanlıkların ve nükleer gerilimin sonucu gibi görünse de, esasen emperyalist sistemin bölgeyi yeniden dizayn etme sürecinin kritik bir parçasıdır. ABD emperyalizminin önderliğindeki Batılı güçlerin Ortadoğu üzerindeki kontrolünü yeniden tesis etme ve potansiyel meydan okuyucuları etkisizleştirme çabası bu saldırgan politikanın temel dinamiğini oluşturur. İsrail bu bağlamda emperyalist sistemin ileri karakolu olarak işlev görmektedir.

Irak’ın işgali (2003), Suriye’nin iç savaş aracılığıyla zayıflatılması, Libya’nın parçalanması ve şimdi İran’a yönelen kuşatma politikası, bölgeyi “istikrarsızlaştırarak yönetme” stratejisinin örnekleridir. Bu strateji yalnızca jeopolitik çıkarlar uğruna değil, aynı zamanda Asya ile Avrupa-Afrika arasındaki enerji, ulaşım ve güvenlik koridorlarının yeniden dizaynı için uygulanmaktadır. Emperyalist merkezler açısından Ortadoğu sadece petrol değil, aynı zamanda Çin’in Kuşak-Yol İnisiyatifi’nin önü kesilecek bir bölgedir.

İsrail’in doğrudan saldırısı, ABD ve müttefiklerinin İran’ın bölgesel etkisini kırmak, Hizbullah-Suriye hattını kesmek ve Arap ülkelerini İsrail güdümünde bir güvenlik blokuna (örneğin Abraham Anlaşmaları) entegre etmek için kullandığı askeri-siyasi araçtır. Yani mesele sadece İsrail-İran meselesi değil, emperyalizmin çok katmanlı bölge stratejisidir.

İran: Ne Bağımsız Bir Direniş Cephesi Ne De Devrimci Bir Alternatif

MLM bakış açısından İran’ı savunmak ya da ona cephe almak, sınıflar üstü bir tutumla yapılamaz. İran İslam Cumhuriyeti’nin emperyalizme karşı zaman zaman aldığı pozisyonlar, onun karakterini ilerici ya da devrimci kılmaz. Molla rejimi, burjuva-feodal bir diktatörlüktür ve halkın çıkarlarıyla çelişen teokratik bir yapıyı temsil etmektedir. 1979’daki halk devriminin ardından kurulan rejim, işçi sınıfının değil dinci burjuvazinin iktidarıdır.

Bununla birlikte İran, Batı emperyalizminin bölgedeki tam hegemonya kurma planları açısından bir engel teşkil etmektedir. Nükleer programı, Lübnan, Yemen ve Suriye’deki bağlantıları ile İran bölgedeki Amerikan-İsrail planlarına karşı “kontrol dışı bir aktör” olarak konumlanmıştır. Bu da onu emperyalist sistem açısından ortadan kaldırılması ya da “dönüştürülmesi” gereken bir hedef haline getirmiştir. İran’ın kuşatılması yalnızca askeri değil, ekonomik (ambargolar), diplomatik (tecrit) ve ideolojik (rejim karşıtı propagandalar) boyutlarda yürütülmektedir.

Bu durumda İran rejiminin savunulması değil; ancak emperyalist saldırganlığa karşı İran halkının haklı direnişinin savunulması meşrudur. Molla rejimiyle emperyalizmin çelişkisi, halkların devrimci pozisyonunu belirlemek için yeterli değildir. Devrimci tutum, emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı olmakla birlikte, gerici İslami rejimlere karşı da eşzamanlı mücadeleyi gerektirir.

Bölge Halklarının Görevi: Emperyalizme ve Gericiliğe Karşı Ortak Direniş Cephesi

MLM teoriye göre, ezilen halkların kurtuluşu, ne emperyalist kamp içindeki saf değişiklikleriyle ne de “bağımsız” gibi görünen kapitalist-otokratik rejimlerle mümkündür. Bölge halkları için temel görev hem emperyalist müdahalelere hem de yerli gerici iktidarlara karşı bağımsız devrimci çizgiyi örgütlemektir.

Bugün İran halkı molla rejiminin baskıcı, kadın düşmanı, işçi karşıtı politikalarıyla boğuşurken; aynı zamanda İsrail ve ABD emperyalizminin doğrudan hedefi haline gelmiştir. Bu çelişkili durum, İran’daki ilerici ve devrimci güçlerin bağımsız bir sınıf perspektifiyle hareket etmesini zorunlu kılar. Devrimci pozisyon, İran’ın emperyalist saldırganlığa karşı halkın öz savunmasını savunurken, molla rejiminin de devrimci bir yolla devrilmesini hedefler. Ve ancak şu da unutulmamalıdır, an itibariyle fiili bir işgal durumu yaşanmaktadır. Dolayısıyla baş çelişki olan işgale karşı savaşmak esas, içerideki gerici rejime karşı savaşmak ise Tali durumuna düşmüştür.

Aynı şekilde Türkiye, Irak, Lübnan, Suriye ve Filistin halkları için de görev, halkların anti-emperyalist birliğini örmek ve sınıf eksenli bir Ortadoğu direnişi geliştirmektir. Bu birlik, ne Şii ekseni adı altında mezhepçi bloklarda ne de Batı güdümlü “demokratik muhalefet” maskesi altındaki işbirlikçi yapılarda yer alabilir. Ortadoğu’nun kurtuluşu, işçi sınıfı önderliğinde halkların enternasyonalist, anti-kapitalist ve devrimci seferberliğiyle mümkündür. İşgal ve talan kapitalizmin özüdür. Bütün bunlara son verecek olan kudret Sosyalizmdedir.

Devrimci Tutumun Ölçüsü

Marksist-Leninist tutumun ölçütü, bir gücün emperyalizme karşı söylemleri ya da pozisyonları değil; halkların tarihsel çıkarlarına hizmet edip etmediğidir. Ne İsrail’in saldırganlığı meşrudur ne de İran rejiminin halk düşmanı karakteri göz ardı edilebilir. Emperyalizmin her türüne karşı olmak, bölge halklarının kendi kaderini tayin hakkını ve sosyalist kurtuluşunu savunmak, bugün en temel devrimci pozisyondur.

Bu nedenle, devrimci hareketler için esas görev şudur: Emperyalist saldırganlığa karşı direnirken; gerici iktidarlara karşı da devrimci kopuşları örgütlemek. Bu ikili mücadele, halkların kurtuluşunun ön şartıdır. Yine belirtmekte fayda var ki, baş çelişki değişmiştir ve esas olan emperyalist işgale karşı savaşmaktır, diğer bütün çelişkiler talidir.

Scroll to Top