EMPERYALİST MÜDAHALE VE DEVRİMCİ TUTUM:ORTADOĞU’NUN GELECEĞİ ÜZERİNE

Yazan:Abidin Demir

“Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşamasıdır.” — V. I. Lenin 

21. yüzyılın başlarından bu yana Ortadoğu, emperyalist güçlerin yeniden paylaşım savaşlarının merkez üssü haline gelmiştir. ABD’nin başını çektiği NATO ittifakı, Avrupa Birliği ülkeleri, İsrail ve çeşitli bölgesel işbirlikçiler eliyle şekillenen müdahale dalgaları, yalnızca enerji ve jeopolitik hesapların değil, aynı zamanda kapitalizmin süreklilik ihtiyacının bir tezahürü olarak da okunmalıdır. Emperyalist saldırganlık, yalnızca bir seçim değil, sermayenin kendisini yeniden üretmesinin zorunlu bir biçimidir. Bu bağlamda İran’a dönük son saldırı dalgası, yalnızca bir ülkenin teokratik rejimini hedef almamakta; topyekûn İran halkını, onun tarihsel belleğini ve direniş potansiyelini bastırmayı hedeflemektedir. 

Lenin’in belirttiği gibi, “Emperyalist savaşlar, kapitalist sınıfların ganimet ve Pazar paylaşımı uğruna giriştiği halklara karşı savaşlardır.” (Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, 1916). İran’daki mevcut rejim ne kadar gerici ve halk karşıtı olursa olsun, emperyalist müdahale ile çelişen bu rejimi aynı kefeye koymak, emperyalizme karşı devrimci mücadeleyi sulandırmak anlamına gelir. Mao Zedung’un ifadesiyle, “Emperyalizme karşı mücadele, kimden geldiğine değil, ne olduğuna göre değerlendirilmelidir.” (Seçme Eserler, Cilt 2). İran’a yapılan saldırı, İran halkının özgürlüğü için değil, emperyalist tahakkümün tahkimi içindir. 

Bugün Ortadoğu’da yaşananlar, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında geliştirdiği “yeni sınırlar, yeni rejimler, yeni ittifaklar” stratejisinin devamıdır. Emperyalizm, yalnızca petrol ve doğalgaz için değil; halkların bağımsızlıkçı ve devrimci potansiyelini topyekûn tasfiye etmek için saldırmaktadır. Rosa Luxemburg’un şu sözleri güncelliğini korumaktadır: “Ya sosyalizm ya barbarlık!” (Junius Broşürü, 1916). Bugün Ortadoğu halklarının önünde duran seçenek budur. Ya emperyalist savaşlarla parçalanmak ya da devrimci bir alternatif yaratmak. 

Mao Zedung’un Japon emperyalizmine karşı yürüttüğü Ulusal Kurtuluş Savaşı, emperyalist işgale karşı nasıl bir devrimci tutum alınması gerektiği konusunda zengin tarihsel dersler sunmaktadır. Mao, Japonya ile işbirliği yapan Kuomintang rejimi ile bile belli başlı noktalarda “taktik birlik” stratejisini geliştirmiştir. Ancak bu birlik, hiçbir zaman ideolojik taviz anlamına gelmemiştir. Mao şöyle der: 

“Birlik, mücadele içinde birliktir. Birlik için mücadele etmeliyiz. Ancak bu mücadele, halkın çıkarlarına uygun olmalı ve onları emperyalizme karşı seferber etmelidir.” (Seçme Eserler, Cilt 2, s. 401) 

Maoist strateji, düşmana karşı geniş bir halk cephesi oluşturmayı savunurken, devrimci çizgiyi bir an olsun elden bırakmaz. Bugün Türkiye devrimci hareketi için de ders alınması gereken çizgi budur. Emperyalizme karşı taktik birlikler kurulabilir, ancak bu birlikler, devrimci kimliğin ve hedefin bulanıklaştırılmasına hizmet etmemelidir. Emperyalist bir saldırı karşısında “ulusal savunma” perspektifi geliştirilmeli; ancak bu savunma, sınıfsal niteliğini kaybetmemelidir. 

Engels, 1875’te şöyle yazar: “Bir ulusun diğerine boyun eğmesi, içindeki sınıf çelişkilerini keskinleştirir ve devrimci olanakları çoğaltır. Ancak bu potansiyelin açığa çıkması için, dış saldırganlığa karşı içerdeki devrimci gücün net bir hatta sahip olması gerekir.” (Anti-Dühring) 

Bugün İran’daki rejimin halk karşıtı politikalarına karşı muhalif olan ancak bu muhalefeti ABD ve İsrail müdahalesinden medet umarak sürdüren çevreler, yalnızca kendilerine değil, İran halkına da ihanet etmektedir. Devrimci mücadele, emperyalizmden medet umarak değil, halkın kendi gücüne yaslanarak büyütülür. Lenin’in vurguladığı gibi: 

“Emperyalist ülkelerin ‘demokrasi getirme’ iddiaları, modern sömürgeciliğin ideolojik kılıfıdır. Kurtuluş, yalnızca halkın kendi eliyle gelir.” (Sosyalizm ve Savaş, 1915) 

Türkiye’nin de hedef tahtasında olduğunu unutmamak gerekir. İran’a yönelik müdahale dalgası, Türkiye’ye yöneltilecek emperyalist saldırının ön provasını oluşturmaktadır. Bu nedenle bugünden alınacak her pozisyon, gelecekteki saflaşmaları belirleyecektir. Türkiye devrimci hareketi, olası bir emperyalist müdahaleye karşı üç düzeyli bir devrimci strateji geliştirmek zorundadır: 

  1. Taktik Birlikler: Emperyalist saldırıya karşı geniş kesimlerle, hatta çelişkili unsurlarla geçici birlikler kurulmalı; ancak bu birlik, ideolojik çizginin bulanıklaşmasına değil, devrimci hattın taktik olarak genişlemesine hizmet etmelidir. 
  2. Ulusal Savunma Cephesi: Emperyalist saldırıya karşı halkın direniş potansiyeli örgütlenmeli; devrimci savunma hattı sadece askeri değil, ideolojik ve siyasal düzlemde de örülmelidir. 
  3. İç Çelişkilerin Devrimcileştirilmesi: Emperyalist müdahaleyi fırsata çevirerek, içerdeki sınıf çelişkileri devrimci temelde keskinleştirilmelidir. Mao’nun dediği gibi, “Düşmanı içimizde değil, dışımızda ararken, içimizdeki düşmanları da unutmamalıyız.” 

İsrail’in ABD ve AB desteğiyle başlattığı İran’a yönelik saldırının niteliği de devrimci mücadele açısından kritik bir yerde durmaktadır. Bu saldırı, sadece askeri bir harekât değil; bölgenin yeni bir paylaşımına dönük uzun vadeli bir planın parçasıdır. Bu durumda devrimcilerin tavrı ne olmalıdır? 

İsrail’in ABD ve AB desteğiyle başlattığı İran’a yönelik saldırının niteliği de devrimci mücadele açısından kritik bir yerde durmaktadır. Bu saldırı, sadece askeri bir harekât değil; bölgenin yeni bir paylaşımına dönük uzun vadeli bir planın parçasıdır. Bu durumda devrimcilerin tavrı ne olmalıdır? 

Her şeyden önce, bu saldırının emperyalist karakteri açıkça teşhir edilmelidir. İsrail, Filistin’de yürüttüğü soykırımı bölgesel bir yayılma politikasına çevirmeye çalışmaktadır. Bu noktada İran’a yönelik her saldırı, aynı zamanda Filistin’in direnme hakkına ve bölge halklarının geleceğine yönelmiş bir tehdittir. Mao’nun şu sözleri hatırlatılmalıdır: 

“Bir ülkeye saldırmakla kalmazsanız, onun halkını da teslim almaya çalışırsınız. Emperyalizm, yalnızca toprakla değil, bilinçle de ilgilidir.” (Seçme Eserler, Cilt 4) 

Bu bağlamda, devrimci hareketin görevi, halklar arası dayanışmayı büyütmek, emperyalist planlara karşı bölgesel devrimci bir hattı örmektir. Ne İran’daki molla rejimi ne de İsrail’in işgalci karakteri, bu mücadelede birbirini meşrulaştırmaz. Aksine, halkların kendi kaderini tayin hakkı, ancak anti-emperyalist bir zeminde somutlanabilir. 

Sonuç olarak, emperyalist saldırı yalnızca askeri değil, siyasal ve ideolojik bir saldırıdır. Türkiye’ye yönelik olası bir müdahale, yalnızca AKP rejimine değil, topyekûn ülke halkına yapılacaktır. Bu noktada devrimcilerin tutumu net olmalıdır: Ne emperyalist müdahalenin yedek gücü olunmalı, ne de rejim savunuculuğuna düşülmelidir. Gerçek devrimcilik, kendi halkına güvenmek, taktik ustalıkla geniş cepheler örmek ve emperyalizmi yalnızca protesto değil, fiilen durduracak politikalar üretmekten geçer. 


Ve son söz Engels’ten gelsin: 
“İşçi sınıfının kurtuluşu, ancak kendi eseri olabilir.” (Görevlerimiz Üzerine, 1871) 

Bu eser, Ortadoğu halklarının da, Türkiye işçi sınıfının da ellerindedir. 

Scroll to Top