Yazan: Madteos Sarkisyan

Birçok siyasal öznenin üzerinde hem fikir olduğu temel olgu tasfiye olgusudur. Tasfiye tamı tamına bir olgudur. Bu doğru. Fakat doğrunun tarifi tek başına yeterli midir? Bir olguya dikkat çekmek, olgunun dönüşümüne ne düzeyde katkı sağlar? Yorum yalnız kaldığında yürüyebilir mi? Yahut yürütebilir mi? Cevap aramamız gereken sualleri çoğaltarak olgunun kendisine müdahale edilebilir. Suallerin yanıtlanması, çözüm aracını kendi bağrında taşımasıyla ilintilidir. Dünya ve coğrafya devrimci hareketinin sual yönelterek çeşitli arayışlar içerisinde olduğu elbette bir gerçektir. Arayış yok sayılamaz. Ancak arayış ve uğraş yol üzerindeki engelleri püskürte biliyorsa, gerçeği doğrultabiliyorsa o derece devrime yakınlaştırır. Devrime yakınlaştırmayan uğraş ve araçlar, sınıf düşmanlarını darbelemeyen yöntem ve konumlanışlar neyi nasıl başarabilir. Devrimci arayışlar devrimci gerçekler ve araçları yaratmanın siyasal dürtüsüdür. Sınıf dürtüsü de diyebiliriz. Elbette devrimci kalkışmalar sadece arayışlarla, öznel niyetler ve tavırlarla sağlanmaz. Nesnel olanın sağladığı imkanlar kesinlikle tayin edici bir rol oynar. Bu devrimci kalkışmaların bir diğer yüzüdür. Ancak bu gerçeğe işaret etmek kendi gerçeğimizle yoğun bir kavga içerisine girmeyi ötelemez. Tekrardan kendi gerçeğimize dönecek olursak yapılmayanın esas ve tayin edici olanla ilişkisidir. Tariflerle, yorumlarla iç içe geçmiş kendini tekrarlayan ve iyimser bakamayacağımız bir tabloyla karşı karşıyayız. Yorum çok, tarif epeyce bulunmakta fakat devrim o düzeyde uzaklaşmaktadır. Peki neden? Neden bir soru zarfı olduğundan karşısına çeşitli cevapları da çıkarır. Ve mümkündür ki bu cevaplar, doğru yanıtları da içerir. Birçok siyasal öznenin cevabı okunduğunda sıralanmış sözlü ve yazılı yanıtlar gerçeğe işaret etmesi bağlamında akılcıl olduğu kadar gerçekçidir de. Peki bu yanıtlar devrimci potansiyele, devrimci kalkışmalara, maddi olana sirayet edememesinin izahını nasıl yapmalı? İşte yol üzerindeki engellerin hala durması, devrime yakınlaşamama hali nasıl yapmalı sorusuna eylemli isyanla yanıt verilmemesinin politik sonucudur.
İzaha muhtaç temel olgu izah edilenin sadece yanıtlamayla sınırlı kalmasıdır. Araçsız arayış, yürümeden yolun katedileceği paradoksu, yıkmadan inşa etmeye çalışmak, kavgaya girmeden yenme hayali, söylemin eylemi ayaklandırmaması tüm bunların cisimleştiği nokta eylemsiz söylemin maddi olana dönüşemeyeceği gerçeğidir. Başa dönecek olursak tasfiye olgusu tüm sarsıcılığıyla sarıp sarmalamışken bu olguya devrimci bir darbe şu ana kadar indirilememe durumu bizi sadece düşündürmemeli yanı sırada eyleme geçmeyi sağlamalıdır. Devrim stratejisi, programı, ideolojisi tüzüğü, araç ve yöntemleri bir saptama yani analiz edilen üzerinden hem fikirlik sağlanmasıdır. Bu işin teorik niteliğini oluşturur. Teorik nitelik, pratik nitelikle perçinlenmiyorsa bütünlüklü bir nitelikten bahsedemeyiz. Hatta nitelik sıfatını kaybetme durumu günceldir. Bu bağlamda nitelik ve devrim denilen tarif bütünlüklü, uyumlu bir faaliyet halidir. Faaliyet hem fikri alanda hem de pratik alanda inşa edilmek durumundadır. İnşa sabit, donuk faaliyet ise sınırlanmış bir olgu olamaz. Yaratıcı, kendini güncelleyen, etkin ve faal bir durumdur. Gerçekle hemhal olur, yorumlar ve dönüştürür. Dönüştürme pratikle ancak mümkün kılınır. Pratik teorinin kundağı, yol haritasıdır. Mao; ‘Uygulamanın dışındaki bilgi, hala yüzeysel bilgidir’ veciz sözü eylemin içindeki devrimci niteliğe vurgudur. Tamda açmaz burayla alakalıdır. Tabi çıkmazda. Tasfiyenin sığınağı, sığınılan alana yönelimi- eylemi koşullar. Eylem saldırı ve savunmanın diyalektik birliğiyle icra edilir. Saldırı ve savunma sadece güçlerin nasıl konumlanacağıyla alakalı değildir. İdeololojik, teorik, felsefik bir anlam ihtiva etmesi gerekir. Çünkü sınıf düşmanlarıyla girilen çarpışma hali sadece bir alanla tarif edilemez. Bu kapsamda ele alınmayan bir karşı koyuşun muktedir olma şansı söz konusu olamaz. Yengi ve mücadelenin alanı geniş bir yelpazeyi kapsaması dolayısıyla sınırlanmış müdahaleler sonuç vermez. Her durumda devrimci olanın her bir cephede aktif tutulması zorundalığı sınıf savaşımının bir parçasıdır.
Büyük ve yıkıcı karşı koyuşlar yakarmacı, kendiliğindenci çeperi çıplak elleriyle alıp parçalayarak büyük ve yıkıcı olmayı başardılar. Yıkıcılık çarpık ve ruhsuz olanı kapı dışarı ederken gerçeği şahlandırdı. Kendi çevreleyen koşulların eseri olmaktan çıktığı an devrime bir adım daha yakınlaştı. Geçmişten bugüne dek uzanan büyük sıçrayışlar çevreleyen koşullara bazen bilgiyle, bazen silahla ama en son kertede esirliğe vurulan büyük darbelerle gerçekleşti. Esirlik sadece sınıf düşmanlarının fiili kuşatması değildi elbette, bunu da bağrında taşıyan ancak bununla sınırlı olmayan bir gerçekliği çağrıştırması gerekir. Düşün dünyasının hapsedilmesine karşı felsefe, toplumların hapsedilmesine karşı politik örgütlenmeler, gerçeğin hapsedilmesine karşı devrimci fikirler, doğanın hapsedilmesine karşı insan merkezciliğine baş kaldırı gibi esaretin çeşitli biçimleri ve prangalanarak kanıksatılan her bir şey esaretin birer parçasıdır. Marks’ın toplumlar tarihi, felsefesi, sosyal olguları kavrama arayışı ve dönüştürme zemininde açığa çıkardığı sonuçlar bu bağlamda anlaşılmalıdır. Lenin ve Mao tamda bu gerçeği bütünlüklü kavradıklarından dolayı devrime ve devrim içerisindeki devrime uzandılar. Mekanik bir tekrarın ve esirliği akılcıl kılma namına ne varsa kızgın lav ateşini üzerine döktüler. Siyasal sıçramaların temel izahı buralarda gizlidir. Sözün (teorinin) ve eylemin eş zamanlı ayaklanmasıdır bu.
Sözün ve eylemin ayaklanması ajitatif bir söylem olarak algılanmamalıdır. Komünist kuramcılar eylemle- teori diyalektiğini oluşturdukları için komünist olmuşlardır. Olgunun dönüşümünü bu birlikle gerçekleşeceğini kanıtladıklarından dolayı gerçek yaşam içerisinde yer edine biliyorlar. Politik olguların, yaşamın, felsefenin ve bilginin teyit ettiği gerçeklerdir bunlar. Buralardan bugüne taşınmayan ve bugünün özgünlüğüyle yarına dair konumlanma gerçekleştirmeyen her teori, her eylem karşılıksız kalacaktır. Anlama arayışı kavramayla ilişkilendiğinde, kavrama eylemle cisimleştiğinde dönüşür ve dönüştürür. Devrimci eylemin içeriği eylemin devrimci niteliği ve faaliyetiyle ilişkilendiği oranda devrimcidir. Devrim bir lafız değil öznelliğe içkin bir tariftir. Komünist kuramcıların yaşam öyküsü öznelliğin inşasıdır. Marks-Engels-Lenin-Stalin ve Mao’dan bahsedip öznelliği ötelemek niteliği ötelemek ve anlamsızlaştırmak demektir. Özne’nin görevleri andaki çelişkilerin çözümlenmesiyle sınırlı değildir. Toplumsal, ideolojik, felsefik ve politik görevler tanımlandıktan sonra görev bitmiş olmaz. Hayat, toplumsal alan, bilim, bilgi, felsefe bir durakta inerek paydos etmez. İşin bir yönü buyken beri yandan ise sınıf düşmanımız kapitalizmde kendini noktalayarak, sabit bir duruş göstermez. Değişim, dönüşüm tüm olgular için geçerlidir. Özne tamda bu diyalektiğin dehlizine dahil olduğunda özne olur. Bunun tek bir ayağı yoktur. Bu bağlamda çoklu inşa, çoklu barikat ve çoklu yönelim şart olarak karşımıza dikilir.
Tasfiye tamda çoklu inşa zemininde politik olana, felsefik olana ve toplumsal olana dahil olur. Tasfiye çoklu saldırganlık halidir. Sınıf savaşımının bir parçasıdır. Sınıf düşmanlarının her daim aktüel sorumluluğu ekseninde şekillenir ve nitelik kazanır. Süreçlerin bütün seyrinde olmasına karşın, mekanik değildir. Niteliğini korumak şartıyla yöntemde değişikliğe gider. En genel hatları bu olmak kaydıyla yelpazesi geniştir. Yani tasfiye her süreçte güncel bir olgu olmasına karşın etkisi, sirayet ettiği alanlar, yöntemleri ve etki gücü her anda aynı değildir. Soru şudur; tasfiyenin etki gücünü artırması ne ile açıklanır. Bir anda gökten bir ışık maharetiyle karşımıza çıkmadığına göre, ulvi güçlerin tılsımlı değnekleriyle bütün alanı zapturapt altına almadığına göre sorun öznenin kendisiyle ilgilidir. Özne tespitle- yıkımı yıkımla-inşayı örgütlemediğinden karşı devrimci saldırganlık (ki tasfiye karşı devrimci saldırganlığın bir parçasıdır) kendini inşa eder. O halde yalın ve çıplak gerçek kolektif öznenin özneleşememe sorunsalında yatmaktadır. Dış olgular, konjonktür gibi gibi durumları göz ardı etmeden öznenin iç bağlamlarını sorgulamak burada tayin edici bir noktadır. Edinimi eyleme dönüştürme niyeti taşıyan her bir kolektif öznenin ıskaladığı tayin edici mesele budur. Her bir kolektif özne tasfiyeciliğe bayrak açarken tasfiyecilik ilgili kolektif özneleri işlevsiz bir hale getiriyor. Bu bir paradoks değil midir? Tasfiye çelişkinin diğer yanını oluşturduğundan varlığı olgunun doğal sonucudur. Ancak burada bahse konu edinilen bunun egemen olma halidir. Egemen olma hali politikanın, felsefenin, ideolojinin ve belirleyici olan eylemin işlevselliğini masa yatırma zorundalığını gündeme koymak zorundadır. “Tasfiyeye karşı mücadele” demenin yeterli olmadığı tüm çıplaklığıyla ortadır. Gerçeği değil de tasfiyeyi devirmek istiyorsak kendimizle münakaşa kaçınılmaz görmek zorundayız.
Makbul Olanın Karşısına Meşru Olanı Dikmek
Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve Komünist Önder Kaypakkaya ile cisimleşen 71 dalga kıranı bu açıdan tarihidir ve önemlidir. Önem atfedilmesi içerik ve eylemle kuşatılmış tasfiyeci bariyerin devrilmesiyle alakalıdır. Bariyerin karşına dikilen devrimci barikat 71 devrimci kalkışmasının devrimci özelliğini oluşturur. Tasfiyenin tasfiye edilmesi temel prensiptir bu prensip tarihsel değil tarihidir. Tarihsellik ve tarihi tanımı iki ayrı tariftir. İki ayrı durumu betimler. Bu açıdan tarihi olanın özellikleri kavranarak sahiplenilmelidir. Dönemin ateş hattından çıkarak meşru militan zemini inşa eden devrimci komünistler kendileriyle başlayarak özel kavgayı genelleştirdiler. Kavganın en büyüğünü kendilerine karşı verdiler. Kendilerini sarıp sarmalayan tasfiyeci kuşatmayı ilk etapta parçaladılar ve hemen akabinde genel zeminde zuhur eden kuşatmaya yöneldiler. Tasfiyeci kuşatma bir anda değil, parça parça kırıldı. Ve bu zeminde çözümlemenin ötesine geçilerek, karşı koyuş eylemle cisimleştirildi. 71 devrimci karşı koyuşu eylemin ayaklandırdığı gerçekler üzerinden anlamlandı. Eylem hem siyasal tahliller zemininde hem de maddi olana müdahale zemininde gelişti. Bu açıdan önder yoldaş Kaypakkaya’nın komünist atılımı kendi yazdıklarına ve savunularına dair başkaldırıyla başladı. Ve buradan başlayarak, tasfiyeciliğin tasfiyesi gerçekleşti. Devrimci süzgeçten geçirerek her bir şeyi devrimci olmayanı hiçbir tereddütte düşmeden buruşturup bir köşeye attı. Devrimci olmayan atılırken, devrimci olanın egemenliği güçlendi. Bu andan itibaren meşruluk, militanlık, komünist eylemli isyan boy verdi. Dolayısıyla komünist eylemli isyan, isyanı söz olmaktan, yazı olmaktan, çıkardığı oranda komünist oldu. Bu tarih esirliğe karşı en görkemli isyandır. Bu tarihten öğrenmek eylemli komünist isyanı ayaklandırmak bugünün en acil ihtiyacı olarak karşımıza çıkarken, seyre dalmak, tasfiyeyi eleştiriyle bertaraf etmeye çalışmak esirlik prangasını ortadan kaldırmaz.
Felsefik, siyasal, ideolojik ve pratik kriz içinden geçerken bunun nasıl aşılacağı hala çözülmüş değildir. Devrimci hareketi 2000 yılı itibariyle kuşatan ideolojik, siyasal kuşatma öznenin her alanda geri çekilişiyle sonuçlanınca post Marksizm politik egemenliğini güçlü bir şekilde tesis etmiş, sınıf düşmanlarının siyasal ve fiili hamleleri öznenin gelişim seyrini tıkamıştır. Evveliyatı ve kökleri itibariyle detayları ve kapsamı oldukça geniş olan bu sürecin teferruatları özel bir başlık olduğundan sadece küçük bir vurguyla geçmek uygun olandır. Meselemiz bir olguyu ortadan kaldırmak yahut zayıflatmaksa olgunun bütün yönlerini irdelemek bir zorundalık olur. Bu zorundalık olgunun içsel özelliklerinden dışsal yönlerine kadar kapsamlı bir uğraş, dünü, bugünü ve yarınıyla birlikte incelikli bir sentezle sonuçlanmak durumundadır. Toplumsal yanı, siyasi yanı, ideolojik yanı ve felsefik yanı olmak üzere bütün yönleri ele alınmalıdır. Öznenin içsel dinamiklerindeki etkisi, toplum üzerindeki etkisi, ilerici-demokratik güçler üzerindeki etkisi gibi gibi başlıklar gündeme gelmeden sürecin ciddiyeti tam olarak kavranamaz. Hangi yönelim ve araçlarla hayata uyarlanıyor. Devreye koyulan araçların işleyişi, işlevselliği nedir. Bu ayrıntılarla yola çıkılırken açığa çıkarılan ayrıntıların özellikleri de kavranmak durumundadır. Bu meselemizin bir yanını oluştururken diğer yan ise eylemli karşı koyuşun nasıl ve hangi mekanizmalarla inşa edileceğidir. Hareket tarzımız ne olacaktır. Kısa, orta ve uzun vadeli planlamalar neyi kapsayacaktır. Araçlar ve araçların niteliği nasıl tarif edilecektir. Esas ve tali mücadele araçlarının işlevselliği nasıl sağlanacaktır. Felsefik, kültürel, siyasal, ideolojik karşı koyuşun bağlamı ve eylemselliği nasıl sağlanacaktır. Kuşkusuz bu gibi soruları çoğaltmak gerekmektedir. Tasfiye, tasfiye var diyerek aşındırılamaz; hegemonik tesiri sarsılamaz.
Bugün ki çıkış güç dengelerinin yoksunluğunda, post Marksizmin hegemonik gücüyle ve sınıf düşmanlarının politik tesirinin alabildiğince güçlü olduğu bir kesitte gündeme gelmektedir. Bu gerçeklik profesyonel olmayan, yüzeysel ve kendiliğendenci bir siyasetle aşılamayacak. Profesyonellik biçimsel bir örgüte sıkıştırılamaz. Örgütün özne rolünü es geçmesi, nesneleşmesiyle sonuçlanır. Bu açıdan somut olana yakınlaşma, derinleşme, devrimci hegemonyayı tesis etme durumunun politik, ideolojik ve felsefik sonuçları olur. Bu sonuçlar devrime bir adım daha yakınlaştırırken, sınıf düşmanlarını aleyhinde gelişerek parça parça büyür. Her alanda gelişme sağlamadan büyümek, güç olmak ve özneleşmek ham hayaldir. Bunun için profesyonel bir yönelim, tarz ve siyaseti öncelemek zorundalıktır. Burada tayin edici olan insanın bilinçli, dinamik, yetkin rolüdür. İnsanın özgün ve şahsına münhasır yetenekleri buluşmadan devrimci atılımlar mümkün olmaz. Coğrafyamızda Kaypakkaya yoldaşın özgün olarak yoğunlaştığı bir diğer meselede insanı çözümleme ve bu keşfin sonucunda devrime göre konumlandırma arayışıdır. Bu üzerinden atlanacak bir mesele değildir. Ayrıntı asla. Aynı biçimde Lenin’de bu tarzı siyaset görülür. Stalin ve Troçki çözümlemesi oldukça dikkate değerdir. Buralardan açığa çıkarılacak sonuç insan-devrim ilişkisi, insan- toplum ilişkisi, toplum- devrim ilişkisi bunlar arasındaki diyalektik bağ devrimle ve devrimin ötesiyle bağdır.
Devrimin radikalliği, olguları yüzeysel değil, köklü değiştirme içeriğiyle anlam bulur. Devrimcilik bu radikalliğe dayanarak ve bu diyalektik bağı dolayısıyla asla esirliği meşrulaştırmaz. Komünizme kadar esirlik farklı formatla bir problem olarak karşımızda renk ve ton değiştirerek dikilir. Bu açıdan sürekliliği sağlanmış devrimci hamlelerde aktüel olarak inşa edilmek durumundadır. Bugün tasfiyeciliğin tabir yerindeyse “komaya” koyduğu devrimci hareket, devrimcilik bu kuşatmayı parçalamak için retoriğin dışına çıkmalıdır. Bu kolay değildir, kısa vadede bu kuşatmayı yarmak mümkünde değildir. Gerçekçi olmak, gerçekler üzerinden yarına uzanmaya çalışmak başat nokta budur. Hamaset, eleştiri tufanı, esirlikle barışçıl yaşama maddi olanı dönüştürmez sadece tasarlar. Anda ki görev bellidir emperyalist kuşatma ve onun yerel temsiliyetlerini alaşağı etmek, berhava gücüyle tarumar etmektir. Bunun için siyasete, ideolojiye, felsefeye ve ihtilalle sarmalanmış kurşunlar üzerine sirayet etmiş olan tasfiyeye yönelmek önceliktir. Tasfiyeye yönelmek, düşmana yönelmektir. Bunun bu nitelikle anlaşılması devrim karşısındaki niteliğiyle bağlantılıdır. Bunun için her bir sahada eylemli isyana geçmek makbul olanla değil meşru olanla bütünleşmek sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Eylemli isyan ancak isyan başlatılarak makbul olanın karşısına meşru olanı koyabilir.
Devrimci krizi ancak devrimci atılımlarla püskürtebiliriz. Devrimci atılımlar üzerimize çöreklenmiş olanın bertaraf edilmesiyle mümkün kılınır. Devrime dönüştürmek düstur iken, yaşamın bütün gözeneklerini işgal etmiş, her bir şeyi soysuzlaştırmış, anlamını iğdiş etmiş olan kapitalizmin karşısına eylemli isyanla çıkmakta düstur olmak zorundadır. Bir taşın, bir merminin, bir fikrin, bir eylemin anlamı doğa, insanlık ve insan dışı canlı türleri için büyük bir isyana davet olabilir. Anda yenemesekte, kavgaya iştirak etmemiz şarttır. Bu iştirak öfkenin, sınıf kininin, bilginin, bilimin, felsefenin, sanatın gücüyle bilenmelidir. Düşmana düşman gibi davranmanın, hepimizin üzerine bir biçimiyle çöreklenmiş olan ve kanıksanmaya dönüşen politik ruhsuzluğu söküp atmamız devrimci radikalizmin ayağa kalkmasıyla eylemli isyanla mümkün olacak. Eylemli isyan, tasfiyeciliğin, pasifizmin, sistem içiliğin, bürokratizmin ve faşist kuşatmanın panzehirdir. Eylemle isyan, tasfiyeci bariyerin yıkımı devrimci barikatın kurulumudur.
Sahici bir özgürleşme ruhumuza, fikrimize, edinim ve eylemlerimize vurulmuş görünenin yanı sıra görünmeyen prangaları koparmayla sağlanacaktır. Eylemli isyan sadece sınıf düşmanlarımıza karşı silahı kuşanma değil, suni olarak her anımızı örgütleyen, zihnimizi çoraklaştıran kuşatmaya karşıda bir silahlanma olarak ele alındığı zaman özgürlük sahici bir özgürlük olabilir. Parayla, mülkle, sıfatlarla, bürokratik ayrıcalıklarla, suni olanla, yapay olanla, hakiki olmayanla vb. kurulan tüm ilişkiler esarettir. Hiçleşme, nesneleşme, çoraklaşma ve yabancılaşmanın ilişkisel uzantılarıdır. Her türlü erozyonun, yitimin, psikolojik erozyonun kundağıdır bu uzantılar. Sonuçta zihinsel sefalet, ruhsal çöküntü, kasvetli insan silüetleri yaşamın her bir çehresini sarıp sarmalar. Kapitalizm bu uzantılar marifetiyle ayakta kalır. Yaşamın dizaynı bu zeminde inşa edilirken, masum olan ne varsa iğdiş edilir. Bu işleyiş tasfiyenin psikolojik, sosyal zeminini oluşturur. Düşman sınıfın politik zeminine kanalize edilmesi göze çarpan sonuçtur. Eylemli isyan zihne, ruha ve bedene çöreklenmiş olan bu hiçliğe köklü bir başkaldırı başlatırken, yerine devrimci olanı, masum olanı, şeffaf olanı yerleştirir. Yani eylemli isyan bir drama yahut kasvetli bir yürüyüş değil, zorluklar karşısında özgürlüğün bilinçsel ve gerçekçi ayaklanmasını başarabilen haz verici bir etkinliktir. Eylemli isyanın özgürleştirici edinimini özgürlüğü keşfeden öznenin esarete karşı kapsamlı savaşıyla sonuçlanır. Örgüt ve örgütlenme özgürleştirici olduğu taktirde devrimcidir. Sorgulatıp, yeni ufuklar açtığı taktirde devrimcidir. Devrimci olanla – özgürleştirici olan klasik şematik bir örgüt formunu yadsır. İçeriği ve bağlamlarını özgürleştirme üzerine kurar. Bunu ilke olarak tanımlamayan örgüt, tahakkümün ebesi olur. Mao bu ebeliğe geçit vermemek için eylemli isyana yüzünü döndü. Makul ve makbul olanın dışına çıkılarak, özgürleşme sağlanacağı politik bir ilke olmanın yanı sıra felsefik bir düsturdur. Anlamlı bir savaş haz vericidir. Anlamsız bir uysal yaşam ise yapay mutluluklar altında büyük bir felaket demektir. İştirak ettiğimiz taktirde, özgürlüğün nabzı durmayacak.