HALK MUHALEFETİ

Yazan: Abidin Demir

Tarih boyunca, egemen sınıfların elinde yoğunlaşan ‘mutlak iktidarın’ yozlaşma eğilimi taşıdığı gerçeği, yalnızca burjuva liberal tarihçiler tarafından değil, Marksist-Leninist-Maoist hareket tarafından da defalarca ortaya konmuştur. Fakat bu yozlaşma, yalnızca bir bireyin ya da bir zümrenin etik çöküşü meselesi değil, üretim ilişkilerinin ve sınıfsal konumlanmaların kaçınılmaz bir sonucudur. Türkiye’de günümüzde süregiden politik kriz de bu temel gerçeklikten bağımsız ele alınamaz.

Mevcut iktidarın devleti tüm mekanizmalarıyla bir parti aygıtına dönüştürmesi, sınıf savaşımında kritik bir eşiktir. Bürokrasi, yargı ve kolluk kuvvetleri gibi devletin baskı aygıtları, sermaye sınıfının çıkarlarını korumak üzere seferber edilmiş, geniş halk kitlelerinin iradesi zor aygıtlarıyla bastırılmaya çalışılmıştır. Ancak tarih bize göstermiştir ki, hiçbir baskı rejimi ebediyen süremez. Devlet aygıtı içindeki çözülme belirtileri, yukarıdan gelen emirlerin sorgulanması, bürokratların ve yargı mensuplarının çelişkiler içerisinde hareket etmesi, bu sistemin kırılganlığını gözler önüne sermektedir.

Bu noktada, emperyalizmin rolünü göz ardı etmek mümkün değildir. Türkiye gibi bağımlı kapitalist bir ülke, emperyalist merkezlerin çıkarlarına tabi olduğu sürece, yönetici kliklerin ömrünü uzatma stratejisi de ancak emperyalizme tavizler vermekle mümkün olacaktır. Fakat bu tavizlerin sonu yoktur. Ekonomik ve jeopolitik ödünler, iktidarın içsel çelişkilerini daha da derinleştirecek, emperyalist merkezler açısından kriz yönetilebilir olmaktan çıktığında, mevcut iktidarın apar topar sahneden çekilmesi sağlanacaktır. Türkiye’nin emperyalist politikalar doğrultusunda Suriye’nin parçalanmasına rıza göstermesi, Doğu Akdeniz’de emperyalizmin taleplerine boyun eğmesi, İran’a karşı konumlanması gibi süreçler, yalnızca halkın değil, yönetici bloğun da sonunu hazırlayacaktır.

Bu ortamda, halk hareketlerinin ortaya çıkışı ve gelişimi kaçınılmazdır. Ancak kritik soru, bu hareketlerin hangi sınıfsal ve ideolojik temelde şekilleneceğidir. Günümüzde sokakta kendini gösteren muhalefetin belirgin bir kısmı, Kemalist milliyetçilik ekseninde şekillenmekte ve bununla birlikte burjuva demokratik bir öz taşımaktadır. Bu, çelişkileri net biçimde görmeyi engelleyen bir yanılgıdır. Cumhuriyet “değerlerine” sahip çıkma iddiasıyla sokaklara dökülen kitlenin temel eksikliği, sistemin yapısal krizini kavrayamaması ve devrimci bir perspektife sahip olmamasıdır. Mevcut sistemin restorasyonu için çabalayanlar, halkı gerçek bir devrim perspektifinden uzaklaştırmakta ve düzen içi çözümlerle yetinmesini beklemektedir.

Tarihsel olarak, burjuva muhalefetin kriz anlarında devrimci hareketleri tasfiye etmek ve halkın öfkesini kontrol altında tutmak için işlevlendirildiği defalarca görülmüştür. Türkiye’de de bugün, iktidara karşı gelişen tepkileri sistem içi kanallara yönlendirmek için burjuva muhalefetin ve milliyetçi dalganın ön plana çıkarıldığı açıktır. Ancak gerçek bir halk hareketi, yalnızca bir yönetici değişimini değil, tüm devlet aygıtının kökten dönüşümünü hedeflemek zorundadır.

Bu bağlamda, Türkiye’de devrimci hareketin önündeki en büyük görev, halkın kendiliğinden tepkisini devrimci bir çizgiye kanalize etmek, burjuva muhalefetin denetiminden çıkmasını sağlamak ve emperyalizme karşı gerçek bir bağımsızlık mücadelesi yürütmektir. Bunun için, işçi sınıfının, köylülerin ve kent yoksullarının önderliğinde, halkın kendi siyasal örgütlülüğünü yaratması gerekmektedir. Sosyalist devrim perspektifi olmadan gelişecek herhangi bir halk hareketi, burjuva klikler arasındaki mücadelede bir araç haline gelmekten öteye geçemeyecektir.

Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar, devrim zemini yaratmaktadır. Ancak bu devrim, yalnızca mevcut düzenin küçük reformlarla düzeltilmesini isteyenlerin hayaliyle sınırlı kalamaz. Mevcut düzenin sınırlarını aşacak, emperyalizme ve işbirlikçi burjuvaziye karşı gerçek bir kopuşu hedefleyecek bir halk hareketi, ancak devrimci bir önderlik altında başarıya ulaşabilir. Türkiye’de mutlak iktidarın yozlaşmasına karşı verilecek mücadelenin nihai hedefi, yalnızca yönetici kadroların değişimi değil, halkın kendi iktidarını inşa etmesi olmalıdır.

Scroll to Top