İKİ ÇİZGİ MÜCADELESİ BAĞLAMINDA ÖNDERLİK VE MUHALEFET

“Doğa, diyalektiğin deneme tezgâhıdır ve modern doğa bilimi onuruna, onun bu deneme tezgâhı için her gün artan zengin bir olgular hasadı sağlayarak, böylece doğanın da her şeyin, son çözümlemede, metafizik olarak değil diyalektik olarak olup bittiğini, doğanın durmadan yenilenen bu çevrimin sonsuz tek düzeliği içinde hareket etmeyip gerçek bir tarih geçirdiğini tanıtladığını söylemeliyiz.” (Friedrich Engels, Anti-Dühring sol yayınları-sayfa:62)

Bu makalenin başında alıntılanan Anti- Dühring [1], ele alacağımız konu açısından büyük bir öneme sahiptir. Engels, yukarıdaki alıntıda Darwin’i anarken, biz de bu vesileyle hem Darwin’i hem de komünistler için başat mücadeleyi anmış oluyoruz.

Bu başat mücadelenin odağında, Alman Sosyal Demokratları içindeki Eugen Dühring ve onun düşüncelerine sempati duyanlar bulunuyordu. Engels, sosyal demokratların içine sızan bu burjuva eğilimleri bertaraf etmek için harekete geçti. Dühring, kendi sistemini inşa etmeye çalışırken burjuva düşünce biçimini, özellikle de metafizik ve idealist yaklaşımları parti içine sokmaya uğraştı. Dolayısıyla Engels, hem teorik düzeyde bir eleştiri (polemik) hem de politik düzeyde bir mücadele yürütmek zorunda kaldı.

Parti içinde ciddi güç kazanan bu burjuva düşünceye karşı Wilhelm Liebknecht, Engels’ten destek istedi. Bunun üzerine Engels, kaleme aldığı Anti-Dühring aracılığıyla parti dışından bir muhalefet geliştirdi. Ancak Engels, sadece Liebknecht ve sosyal demokrat partisinin alt kadrolarından destek bulabildi. O dönemin parti liderliği ve ilk Marksist kadroları (Bernstein, Bebel, Most ve Fritsche) ise Engels’e karşı olumsuz bir tavır takındı. Hatta Anti-Dühring’in parti yayın organı Vorwärts’de yayımlanmasını engellemek için sansür girişiminde bulundular.

Marksizmin kurucu isimlerinden biri olan Engels’e karşı sergilenen bu tutum, siyasi mücadelenin bir gerçeğiydi. Alman sosyalistleri kendilerini Marksist olarak tanımlasalar da savundukları görüşler, aslında burjuva düşüncesinin ve Eugen Dühring’in ideolojik etkisinin bir yansımasıydı. Engels’e yönelik bu olumsuz tavır ve sansür çabaları, o dönemin ilk Marksist kadrolarının bir kısmının nasıl bir savrulma yaşadığını gözler önüne sermektedir. Ancak bilimsel gerçekliğin açığa çıkmasıyla bu sapma sınıf mücadelesine yayılmadan önlendi ve Alman sosyalistlerinin toparlanmasına vesile oldu.

Engels, sosyalistler içinde güçlü bir muhalefet oluşturabilen ve bilimsel gerçekliğe aykırı yanılsamalara karşı doğru çizgiyi koruyabilen olarak öne çıkmıştır. Aynı zamanda, Marksizmin felsefi, ekonomik ve politik yönlerini sistematik biçimde ortaya koyan önemli eserleri arasında yer alan Anti-Dühring bizlere bu anlayışı miras bırakmıştır. Her durumda bilimsel yaklaşımı elden bırakmamak; bu doğrultuda muhalefeti de bilimsel temele oturtabilmek, Marksistler için temel ilkelerden biri olmuştur ve olmalıdır. Lenin, Stalin ve Mao, parti içindeki çizgi mücadelelerinde bu bilimsel ilkeyi es geçmemişlerdir. Tarih boyunca ister önder konumunda ister muhalefet halinde, bilimsel gerçekliği temel alarak hareket etmişlerdir. İşte bu nedenle günümüzde sınıf mücadelesi içindeki görüşleri reel ve bilimseldir. Parti içerisindeki muhalefetlerin gelişimi ve çelişkilerin antagonizmaya dönüşerek ayrılıklara yol açması, komünist hareketlerin irdelenmesi gereken çelişkilerindendir. Biz de düşüncelerimizi mümkün olduğunca ayrıntılı şekilde sunmayı amaçlıyoruz.

Toplumsal Çelişkilerden Parti İçi Çelişkilere

Toplumsal çelişkilerin iktisadi yapısı, sınıfların karakterini belirler. Her sınıfın farklı zümreleri, kendi çelişkileri ve yaşam biçimleriyle toplumsal olay ve olgulara yaklaşır. Bu çelişkiler, özünde her zaman ileri bir muhteva barındırır. Ezilen kesimler, yabancılaşma yaşadıkları anda çelişkilerle dolu kapsamlı bir irdeleme sürecine girer. Bu durum yalnızca ezilenler için değil, ara sınıflar açısından da iktisadi sarsıntılar dönemlerinde belirginleşir.

İktisadi sarsıntılar her zaman toplumun hemen tepki vermesine yol açmayabilir. Örneğin Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da ekonomik krizle birlikte meydana gelen deprem, hızlı bir toplumsal tepki beklentisi yarattı. Bu tepkiyi genellikle iki şekilde öngörürüz: ya kendiliğinden gelişen bir hareket ya da komünist partisinin örgütlü müdahalesi. Eğer komünist parti örgütlü bir tepki geliştiremezse, kendiliğinden bir hareketin doğmasını bekleriz. Bu da ortaya çıkmazsa nedenini, toplumun sosyal bilincinde kökleşen (süredurumunda) alışkanlıklarda aramak gerekir. Çoğunlukla toplumun ataleti eleştirilir. Oysa bu noktada asıl atalet gösteren, komünist partinin kendisidir.

“Modern sosyalizm, içeriği bakımından, her şeyden önce bir yandan modern toplumda varlıklar ile varlıksızlar, ücretliler ile burjuvalar arasında egemen olan sınıf karşıtlıklarının, öte yandan da üretimde egemen olan anarşinin bilincine varmanın ürünüdür.”
(F. Engels, Anti-Dühring, s. 55, Sol Yayınları)

Bu farkındalık, sınıflar arası çelişkileri ve bu çelişkilerin doğurduğu güncel toplumsal dinamikleri kavrayıp yönlendirebilme yetisini ifade eder. Bu, yalnızca örgütlü olmakla sınırlı bir durum değildir; sahici bir komünist parti olmanın temel koşuludur. Dolayısıyla tepki (reaksiyon) göstermek de salt örgütlülükle açıklanamaz. Bu bağlamda, komünist partiler iktisadi yapının yarattığı toplumsal (sosyal) çelişkiler içinde var olur ve aynı çelişkileri kendi bünyelerinde de yaşarlar. Bu nedenle yekpare bir parti yapısı oluşturabilmeleri mümkün değildir. Zaten parti yekpare bir bütün olmadığı için farklı sınıf ve tabakalardan katılım sağlayan her birey kendi çelişkileri ile geleceklerinden dolayı, parti farklı çelişkilerin bir araya geldiği bir bütündür.

Her ne kadar proletarya çoğunluğu komünistlerin omurgasını oluştursa da belli koşullarda parti içi hiyerarşide bu çoğunluk azınlık durumuna düşebilir. Bu çelişkili tablo, iktisadi gelişimin bir yansımasıdır ve buradan da öncü bir muhteva doğar.

Mao *‘’Sosyalist kuruluş davasından yana olan, onu destekleyen ve onun için çalışan bütün sınıflar, kesimler ve toplumsal gruplar halk sınıflamasına girer’’ diyerek bu diyalektik ilişkiye dikkat çeker. Eğer bu diyalektik koşullar göz ardı edilirse, parti içindeki dinamik alanlarda metafizik yapılanmalar ortaya çıkabilir. Lenin, Alman Sosyal Demokratların sınıf temsilcilerinin mücadeleyi, burjuvazi alanına sürükleme eğilimini gördü. Rus Sosyal Demokratlar arasında benzer bir yönelimin gelişmesini engelleyebilmek adına, devrim mücadelesinin Marksist temellerde güçlü bir kadro ve kadro perspektifiyle yürütülmesi gerektiğini savundu.

*(Mao Zedong seçme eserler 5/ sayfa:419-kaynak yayınları)


Öncü, parti omurgasının örgütlü olmasını ve kendini yönetebilmesini sağlamak amacıyla vardır. Eğer öncü, bu içeriğe sahip değilse, hareket farklı temellere yaslanır. Komünist partiler, tarihte bu tür çelişkileri sıkça yaşamışlardır. Örneğin, Alman Sosyal Demokratlar içinde ‘burjuva çoğunluk’ işçi aristokrasisini doğurmuştur. Marksizmin özünden kopuk biçimde, kendi sınıf karakterini korumak adına Marksizm’i revize etmeye çalışan bu yaklaşımlar, söz konusu durumu pekiştirmiştir. Buna karşın, parti içindeki muhalefet odakları da kendi çelişkilerini beraberinde getirir. Örneğin, Engels’in tutumu yalnızca Alman Sosyal Demokratlar içindeki önderliğe değil, benzer nitelikteki muhalefet öbeklerine de yönelmişti. İbrahim Kaypakkaya’nın çıkışı da benzer bir örnek olup hem dönemsel önderliğin sapmasına hem de iç muhalefetin aynı doğrultudaki hatalarına karşı bir kopuşu simgeler.

Komünist partiler, toplumsal çelişkilerden bağımsız ya da bu çelişkilerden arındırılmış yapılar değildir ve asla da olamazlar. Kentli, köylü ve entelektüel kesimler işçi sınıfının partisinde varlığını sürdürür. Sınıfsal karakterlerinden vazgeçtiklerini iddia etseler bile, süreç içinde geri yanlarını tekrar sergileyebilirler ya da bürokratizmin güçlenmesiyle parti içinde baskın bir konuma gelebilirler. Toplumda ayrıcalıklı sınıflar varlığını sürdürdükçe, komünist parti içinde bu unsurların ortaya çıkması kaçınılmazdır. “Hayır, bu imkânsızdır!” demek, bilimsel gerçeklikten uzaklaşmaktır. Tarih boyunca, bürokratizmin komünist partiler içinde geliştiğini ve hatta bu partilerde ayrıcalıklı sınıf unsurlarının zuhur ettiğini gözlemledik. Eğer bu örnekler yaşanmamış olsaydı, ne Mao ‘bilimsel anlamda bir nitel sıçramanın’ öznesi hâline gelebilirdi ne de Sovyetler dağılırdı.

Günümüzde de benzer sorunlar ve koşullar devam etmektedir. Bu durum, komünistlerin geriliğini ya da Marksizmin bilimselliğinin hatalı olduğunu değil, aksine Marksizmin bilimsel gerçekliğinin somut bir yansımasını ortaya koyar. Bu noktada mücadele devam etmektedir. İşte bu yüzden, en başta Engels’in mücadelesini anımsattık. Mücadele, birbirini ileri ve geri iterek gelişse de bu sendelemelerin ortasında, ayakları üzerinde durabilen güçlü bir muhteva oluşur. Marx ve Engels bu durumu şöyle açıklar:

“Proletarya ve zenginlik, karşıt şeylerdir. Karşıt şeyler olarak bir bütün oluştururlar. Her ikisi de özel mülkiyet dünyasının oluşumlarıdırlar. Sorun, onlardan her birinin bu çelişki içinde hangi belirli yeri tuttuğunu bilmektir. Bunlar bir bütünün iki yüzüdür demek yetmez. Özel mülkiyet olarak, zenginlik olarak özel mülkiyet, kendi öz varoluşunu sürdürmek zorundadır ve bundan ötürü, kendi karşıtının, proletaryanın, varoluşunu da sürdürmek zorundadır. Kendi doyumunu kendinde bulmuş bulunan özel mülkiyet, çelişkinin olumlu yanıdır. Tersine, proletarya, proletarya olarak kendi kendini kaldırmak ve böylece bağımlı bulunduğu, onu proletarya durumuna getiren karşıtını, yani özel mülkiyeti de kaldırmak zorundadır. Proletarya, çelişkinin yüreğindeki tasa, yok olmuş ve kendi kendini yok eden özel mülkiyettir. Varlıklı sınıf ile proleter sınıf, aynı insansı yabancılaşmayı temsil eder. Ama birincisi kendini bu yabancılaşma içinde kendi yerinde duyar; bu yabancılaşmada bir doğrulama bulur, bu kendinin yabancılaşmasında kendi öz erkliğini görür ve onda insansal bir varoluş görünüşüne; ikincisi, kendini bu yabancılaşma içinde yıkıma uğramış duyar, bu yabancılaşmada kendi erksizliğini ve insan dışı bir varoluş gerçekliğini görür. O, Hegel’in bir deyimini kullanmak gerekirse, alçalma içinde, bu alçalmaya karşı başkaldırmadır. Onun insansal doğasını, yaşamdaki durumunu karşıt kılan, bu doğanın açık, kesin, bütünsel yadsınmasını oluşturan çelişkinin, onu zorunlu olarak götürdüğü başkaldırmadır. Bu çelişkinin bağrında, demek ki, özel mülkiyet sahibi tutucu partidir, proletarya ise yıkıcı parti. Çelişkiyi koruyup sürdüren etkinlik birinciden, yıkıp yok eden etki ise ikinciden kaynaklanır.” (Sayfa 60-61, Kutsal Aile, Marx-Engels- sol yayınları)

Yukarıdaki alıntının ışığında, bu çelişkili durum parti içinde de çizgi mücadelesi şeklinde kendini gösterebilir.

Genel anlamda proletarya ve burjuvazi arasındaki mücadele dar anlamda parti içinde de yaşanır. Önderlik ile muhalefet arasındaki ilişki, doğru biçimde ele alınmadığında “tutucu” ya da “yıkıcı” bir öğeye dönüşebilir. Böyle bir durumda, parti içinde sert bir mücadele yaşanması kaçınılmazdır. Mao bu konuda, *‘’Fikir çatışması olmazsa, berraklık ve derinlik sağlanamaz ve bu iyi bir şey değildir’’ diyerek çizgi mücadelesinin önemine işaret eder.

Eğer çizgi mücadeleleri ideolojik bir temele oturtulmaz ve bilimsel kıstaslar doğrultusunda doğru-yanlış ayrımı yapılmazsa, çatışma uzlaşmaz bir hâl alır. Bu tür uzlaşmaz (antagonist) çelişkiler, çoğunlukla bürokratizmden kaynaklanan metafizik koşulların ürünüdür. Parti önderliği, doğruları itici bir unsur olarak kullanarak yanlış veya hatalı düşünceleri özeleştiriye yönlendirmekten kaçınmamalıdır.

*(Mao Zedong seçme eserler 5/ sayfa: 240- kaynak yayınları)


Öte yandan, “Sadece iki çizgi mücadelesi vardır” demek yerine, gerçekte bu iki çizginin dinamiklerinin ne olduğu, nasıl ele alınması gerektiği ve derinleşen önderlik-muhalefet mücadelesinin sınıf mücadelesinin çıkarına nasıl kanalize edilebileceği sorularına yanıt aramak esastır. Mao’da bu minvalde hareket etmiş, gerekirse halk kitlelerinin partiye karşı muhalefet yürütmesini ve harekete geçmesini önermiştir.

Bununla birlikte, parti içinde muhalefetin varlığını “demokratizm” adı altında kabul edip, özünden kopuk biçimde yalnızca “iki çizgi mücadelesi” söylemiyle övünen bir komünist parti, gerçekte bürokratik bir örgütlenme ve bu örgütlenmeye egemen bir önderlik barındırmaktadır. Bu tutumu benimseyenler, komünizmin özünden uzaklaşmış sayılır.

‘‘Troçki, parti hata yapmaz diyor. Bu yanlıştır. Parti sık sık hata yapar. İlyiç bize, partiye kendi hataları temelinde doğru önderlik etmeyi öğretmek gerektiğini öğretmişti. Eğer parti hiç hata yapmazsa, o zaman ortada partinin ders çıkaracağı bir şey olmazdı. Görevimiz, bu hataları bulup çıkarmak, köklerini açığa çıkarmak ve parti ve işçi sınıfına, hangi hataları yaptığımızı ve gelecekte bu hatalardan nasıl kaçınabileceğimizi göstermektir. Bu olmadan partinin gelişmesi olanaksız olurdu. Bu olmadan parti yöneticileri ve kadrolarının yetişmesi olanaksız olurdu, çünkü bunlar kendi hatalarına karşı mücadele içinde, bu hataları alt ederek yetiştirilir ve eğitilirler…’’ (J.V.Stalin,Muhalefet Üzerine,Cilt 1,s.79,İnter Yayınları)

Parti içindeki ayrışmaları, kişisel hatalara ya da basit görüş ayrılıklarına indirgemek, konunun özünü kavramayı zorlaştırır. Komünist partilerin görevi, bu çelişkileri yok sayarak değil, bilimsel yöntem ve devrimci praksis çerçevesinde çözüme kavuşturmaktır. Önderlik- muhalefet çelişkisi, hangi sınıfın çıkarlarına hizmet ettiğine ve hangi devrimci çizgiyi güçlendirdiğine göre değerlendirilmelidir. Bu sebeple, parti içi demokrasiyi ne mutlaklaştırmak ne de katı biçimde reddetmek gerekir; esas olan, proletaryanın devrimci özünü ve nihai hedeflerini koruyan diyalektik bir bütünlük yaratmaktır. Bu da ancak Marksizm-Leninizm-Maoizm’i (MLM) teorik düzeyde özümseyip pratikte uygulayarak mümkün olabilir.

Toplumsal çelişkileri ve sınıf mücadelesinin gelişim seyrini görmezden gelmek, “şef kültü”nün ortaya çıkmasını kaçınılmaz kılar. Şefin söylediklerine uymayanların parti karşıtı damgası yemesi, muhalefetin ise daha ağır yaptırımlarla karşılaşması söz konusu olur. Parti içi muhalefete tamamen yasak getirmek ya da her tür muhalefeti koşulsuz teşvik etmek, devrimci amaçlara hizmet edip etmediği gözetilmeden uygulanıyorsa, parti kaçınılmaz biçimde gerileyecektir.

Oysa diyalektik yöntemin ışığında ve doğru temelde ele alındığında, parti içi muhalefet, partinin devrimci çizgide netleşmesine ve yanlış eğilimlerin bertaraf edilmesine yardımcı olabilir. Büyük Proleter Kültür Devrimi bu kapsamda örnek verilebilir. Bunun tersine, bilimsellikten uzak, sekter, dogmatik ya da “her muhalefet iyidir” şeklindeki liberal yaklaşımlar, çelişkileri keskinleştirerek partiyi zaafa uğratabilir.

Nitelikli muhalefet, sınıf mücadelesinde partinin gelişimini de gösterir. Devrim sonrasındaki Bolşeviklerin kendi içlerindeki mücadele buna bir örnektir. Aynı şekilde devrim öncesinde Lenin ve Bolşeviklerin yürüttüğü çizgi mücadelesi, nitelikli muhalefetin nasıl olması gerektiğini açıkça ortaya koyar. Engels’in Anti-Dühring üzerinden Alman sosyal demokrasisi içinde yürüttüğü mücadele de parti içi çelişkilerin devrimci bir doğrultuya kanalize edilemediği takdirde nasıl ayrışmalara yol açabileceğini gösterir. Lenin’in Bolşevik-Menşevik ayrılığı, Mao’nun parti içi çizgi mücadelesi ve Stalin’in parti içindeki fraksiyonlara karşı verdiği mücadele de bu çelişkilerin diyalektik ifadesi olarak değerlendirilebilir.

Çizgi Mücadelesinin İzinde: Parti İçi Mücadelede Lenin

Bolşevik Devrimi, coşkulu yönleriyle ve insanlığın kurtuluşu için bir “umut basamağı” olmasıyla bizler açısından her zaman önemli bir yer edindi. Bu coşku, mücadele sürecinde bize sürekli bir devinim sağladı. Ancak devrimin zorlukları, parti içi mücadeleler ve pek çok yönü hep öteki bir durum ya da ikincil bir konu olarak kaldı. Bu yönleri ancak bir “arıza” (yani kuramsal ya da örgütsel bir tutarsızlık) ile karşılaştığımızda fark ediyor ve beklenmedik bir çelişkiyle yüzleşince
de çoğu zaman şoka girip çabucak sendeleyebiliyoruz.

Oysaki herhangi bir devrimci teori veya örgütlenme modeli uygulanırken ortaya çıkabilecek aksaklıkları önceden öngörmek ve bu aksaklıklara yönelik çözüm yöntemleri geliştirmek, mücadele sürecinin doğal bir parçası olmalıdır. Eğer bu tür arızaların çıkabileceğine baştan inanmakta zorlanırsak, devrimci faaliyetin asgari gerekliliklerini yerine getirmekte de zorlanırız.

Olumlu yanların yanında olumsuz yanları da öğrenmek gerekir. Ütopik yaklaşımların ağır basması ve aşırı güven, zorluklar karşısında çabuk çöküşe sebep olabilir. Bu da olumlu yanların sürekli öne çıkarılmasının getirdiği sakıncalardan biridir. Mücadelenin zorluklarını öğrenmek, örneğin bir aktivistin gözaltı sürecindeki tavrından örgütsel sürtüşmelere kadar her konuda hazırlıklı olmayı gerektirir.

Bu yüzden Lenin’in parti içi mücadelesine baktığımızda, karşılaşılan sorunların ne kadar karmaşık ve aynı zamanda öğretici olduğunu görüyoruz. Lenin’in Rus Sosyal Demokratlar arasındaki birlik çabalarını ve Bolşevik-Menşevik ayrılığı sürecinde yaşananları hatırlamak yerinde olacaktır. Zira bu deneyim, parti içi çatışmalarda nasıl ilerlenmesi ve nerelerde tökezlenebileceği konusunda bugün de yol göstericidir.

*Lenin, Rus Sosyal Demokratları arasındaki birliği sağlamak için çok büyük mücadeleler verdi. İşçi sınıfının mücadelesini geliştirmedeki her türlü engeli ortadan kaldırmak onun en temel önceliğiydi. Fakat bu birlik, öyle kolay oluşmadı. Partinin İkinci Kongresi sonrasında, Menşeviklerin [2] bozgunculuğu ve parti içinde
gizli bir fraksiyon önderliği kurması ile kongre kararlarının hayata geçirilmesinde sürekli engelleyici tutum sergilemeleri, krizin derinleşmesine yol açtı. Lenin, Menşevik muhalefetine karşı doğru yönde hareket etmeye çalıştı; fakat Menşeviklerin uzlaşmaz ve yıkıcı tutumu ve Lenin’e yöneltilen ağır suçlamalar ve de tasfiye çabalarının sonucunda, Bolşevikler [3] ve Menşevikler olarak kesin bir ayrışma kaçınılmaz hâle geldi.

*(Parti kongresinin sonuna doğru, “Iskra” karşıtları—Ekonomistler ve Bund destekçileri—Kongreyi terk etmiş, böylece Martov yandaşları azınlığa düşmüştü. Bu sayede Lenin, merkez yayın organı yazı kurulunun ve Merkez Komitesinin bileşimini, ideolojik sağlamlığı ve pratik önderliği güvence altına alacak şekilde oluşturma olanağı elde etti. Bkz. Seçme Eserler, Cilt 1, s. 38, İnter Yayınları.)


Lenin bir mektubunda bölünmeyi şöyle anlatır:

‘‘Sevgili yoldaşlar, sorunuza cevap vermek üzere yazı kurulunu toplama olanağımız yok, bu yüzden sizi kendi adıma cevaplamakta bir sakınca görmüyorum. Zürih Bolşevik grubu bize, ‘’Merkez organına ve Merkez komitesine karşı tavrımızın ne olduğunu, onları meşru olarak var olan, fakat gayri meşru olarak hareket eden organlar olarak sayıp saymadığımızı ve onlara karşı muhalefette mi olduğumuzu yoksa onların parti merkez organları niteliğini tanımayı tümüyle ret mi ettiğimizi’’ soruyor…. Merkezler (Merkez organı, Merkez komitesi ve konsey) parti ile bozuştular, 2. Ve 3. Kongreleri sabote ettiler, partiyi en bayağı biçimde aldattılar ve küçük hoş mevkilerini Bonapartist bir tarzda gasp ettiler. Meşru varlıkları nasıl söz konusu olabilirdi? Kalpazanlık aracılığıyla kendisine biraz para sağlayan dolandırıcı, onun meşru sahibi midir? Peki ne yapmalıyız? 3.Kongreyi toplantıya çağırmak mı? bu noktada da aldatıldık. Yapacak tek şey kalıyor: Menşeviklerden olabildiğince büsbütün, olabildiğince çabuk, olabildiğince keskinlikle (açık açık, herkesin gözü önünde) ayrılmak….Yineliyorum, merkezler, parti dışına düştüler. Ortası yoktur: kim merkezlerden yanadır? Kim partiden yanadır? Artık ayrılmanın ve partiyi gizlice bölen Menşeviklerden farklı olarak, onların meydan okumalarına açıkça karşılık vermenin zamanıdır: bölünme mi evet, çünkü siz bölünmeyi sonuna kadar gerçekleştirdiniz. Bölünme mi evet, çünkü parti kararı tarafından (3. Kongre tarafından) önerilen bütün süreleri ve bütün çareleri tükettik….” (Lenin’den Derlemeler 5, Zürih Bolşevik grubuna mektup (Cenevre, 18.01.1905 Lenin)

Lenin, parti içinde muhalefetin sürekli sorun çıkarması sebebiyle birliği sağlamakta zorlandı. Rusya’nın ve partinin en önemli Marksistlerinden biri sayılan Plehanov’da başlangıçta Bolşeviklerle birlikte hareket ediyordu. Ancak “Yurt Dışı Ligası”nda gerçekleşen bir toplantıda Menşevik sözcüsü Martov’un Lenin’e yönelik ağır ithamlarıyla başlayan süreçte Plehanov, Menşeviklerin görüşlerine yakınlaştı. Iskra yayın kuruluna Martov ve Akselrod gibi isimleri eklemek
için dayatmada bulununca, Lenin yazı kurulundan ayrıldı. Sonrasında parti içinde muhalefeti örgütleyerek Üçüncü Kongrenin toplanması için çalıştı. Bu süreçte pek çok entrikayla karşılaştı, kongreyi toplamak için harcadığı çaba yüzünden kısa bir süre disiplin cezası alarak Merkez Komiteden çıkarıldı. Ardından, parti içi mücadele ve krizleri ele aldığı en önemli eserlerinden biri olan Bir Adım İleri, İki Adım Geri’yi kaleme aldı. Menşevikler bu yayının basımını engellemeye çalışsalar da başarılı olamadılar. Bölünmenin ardından Lenin, Menşeviklerin siyasal anlamda oportünist davrandığını ve Marksizm’den saptıklarını kanıtladı. Bu süreçte özellikle yurt dışında yaşanan kavgalar ve sosyal demokratların benmerkezci tutumları, kendisi için ciddi bir sıkıntı kaynağıydı.

Lenin durumu şöyle açıklar:

“Parti, ülkemizin devrimci işçi sınıfı hareketinin gerçek önderi olarak davranmak için yeterince akılcı biçimde örgütlenebilecek ideolojik ve maddi bir güç müdür? Yurtdışındaki mülteci azınlık, tüm eylemleriyle şu cevabı veriyor: hayır! ve onlar, Rusya’nın uzaklığına, buradaki militanların sık sık değişmesine ve kendi önder-yazı kadrolarının yerlerine başkalarının konulamaması nedeniyle vazgeçilmezliğe dayanarak
güvence içinde böyle davranmayı sürdürüyorlar.” (Lenin, Bölünme Üzerine, s. 67-68, Yar Yayınları)

Benzer şekilde:

“Rusya’da tecrit edilmişlik, mülteci bataklığının boğucu atmosferi burada insan üzerinde öylesine ağır bir etki yapar ki, Rusya ile canlı temas bizim tek kurtuluşumuzdur.” (Lenin, Bölünme Üzerine, s. 116, Yar Yayınları)

Bölünmeden sonra Lenin, Bolşevikler içinde beliren muhalefet ve farklı düşüncelere karşı bilimsel yöntemlerden ödün vermeden mücadele etti. Metafizik düşüncelere karşı Marksizm’i savunarak, Bolşeviklerin sınıf mücadelesini daha da keskinleştirdi. Bilimsel yaklaşımlar, Bolşeviklerin teorik ve pratik anlamda sınıf içinde güçlenmesini sağladı. Bu çerçevede; Likidatörler [4], Otzovizm [5] ve Ültimatizm [6] gibi eğilimler, parti içindeki sınıf mücadelesinin tezahürleriydi. Lenin,
bu çizgi mücadelelerinde Marksist bir yön ve yöntem izleyerek yalnızca Rusya içinde değil, dünya çapında da Marksizmin reel, bilimsel ve politik bir yönelim olduğunu gösterdi. Marksizm ilerliyor, proletarya ise öncü rolüyle kendini geliştiriyordu.

Lenin, 11 Nisan 1910’da Maksim Gorki’ye yazdığı mektupta durumu şöyle özetler:

“Bu nifak ve skandalın, bu eziyet ve bulanık köpüğün… Ortasında oturmak iğrenç. Aynı zamanda, tüm bu durumları izlemek de tiksindiricidir.
Fakat ruh hallerine kapılmak caiz değildir. Göçmenlik, devrimden önce olduğundan yüz kat daha boğucudur. Göçmenlikte hırgür ile nifak birbirinden ayrılmaz; fakat hırgür ve nifak yok olacaktır. Buna karşın, partinin gelişimi ve sosyal demokrat hareketin ilerleyişi, şimdiki durumun tüm kahrolası zorluklarını aşarak durmadan devam etmektedir. Parti, tehlikeli “sapmalardan”, Likidatörlükten ve Otzovizmden arınma yolunda karşı konulmaz biçimde ilerlemektedir. Otzovizmi ideolojik olarak esasen Plenumdan önce bitirmiştik; Likidatörlükle işimiz o zaman henüz
tamamlanmamıştı. Menşevikler o dönemde yılanı bir süre gizleyebildiler; ancak şimdi yılan gün yüzüne çıkarıldı, herkes onu görüyor, onu yok edeceğiz ve bunu başaracağız.’’ (Lenin, Seçme Eserler, Cilt 1, s.64-65, Inter Yayınları)

Aynı dönemde, Dühring benzeri Machizm (Ernst Mach, Avusturyalı fizikçi) eğilimleri de parti içinde güç kazanmaya çalıştı. Buna karşı Lenin, Materyalizm ve
Ampiriokritisizm (Gerici Bir Felsefe Üzerine Notlar) adlı eserini yayımlayarak Bolşevikler içindeki Machist eğilimleri boşa düşürdü ve aynı zamanda Plehanov’un Marksizm’de hatalı yönlerini de açığa çıkardı.

Kısaca Özetlersek Lenin:

  • Daima Marksist temeller üzerine kurulu bir mücadele yürütmüş ve bu çerçevede diyalektik yöntemi uygulamıştır.
  • Marksizmin parti içinde diyalektik bir yöntem olarak benimsenmesiyle, her türlü muhalefete (hatta kendi muhalefet dönemlerinde uğradığı karalamalara)
    bilimsel bir yaklaşımla karşı durmuştur.
  • Sınıf mücadelesinin geliştirilmesi için sürekli kafa yormuş, partinin sarsılmaz bir bütünlük içinde kalması adına yoğun emek harcamıştır.
  • Parti içindeki tüm muhalefet ve ayrılıkları, “bozucu” unsurlar değil, toplumsal çelişkilerin ve sınıf mücadelelerinin doğal bir yansıması olarak değerlendirmiştir.
  • Örgüt içindeki her kriz ve ayrılığı tarihsel ve toplumsal süreçler bağlamında ele alıp muhasebe yapmayı esas almıştır.
  • Parti içi çatışmaları bireysel veya yüzeysel farklılıklarla açıklamak yerine, bunları sınıf mücadelesinin yansımaları olarak görmüştür.
  • Marksizm’den sapmaları bilimsel yöntemle ifşa etmeye çalışmış, Bolşeviklerin içinde ortaya çıkan her türlü fraksiyon ve yönelimi, iktisadi ve toplumsal
    nedenleriyle açıklamıştır.
  • Likidatörler, Otzovizm, Ültimatizm ve Machizm gibi eğilimlerin, devrimci sınıf mücadelesini sekteye uğrattığını belirtmiş; bunlara karşı diyalektik materyalizmin rehberliğinde mücadele etmiştir. Muhalefete yönelik “böl-parçala-erit” tarzı yaklaşımları reddetmiştir.

Lenin’in bu deneyimleri, parti içi tartışmalarda ideolojik netlik ve bilimsel yaklaşımın ne denli kritik olduğunu gösterir. O, sınıf mücadelesinin çıkarlarına hizmet edecek şekilde, parti içindeki ve dışındaki güçleri ortak bir alanda buluşturma koşullarını yaratmaya çalıştı. Her olgu, bir bütünün parçasıdır; savrulmalar olsa dahi bu bütünlük devam eder. Bu bütünlüğün hiyerarşik bir yapıda korunamaması, tam bir parçalanma anlamına gelmez. Lenin’in tutumu, diyalektik materyalizmi derinlemesine kavrayıp uyguladığını ortaya koyar.

Bürokratizmin Gölgesinde İki Çizgi Mücadelesi: Kitlelerden Kopuşun Sonuçları

Mücadele, sınıfın çıkarlarına mı yoksa bürokratik çıkarlara mı hizmet etmelidir? Elbette sınıfın çıkarlarına! Ancak oportünistler, mücadeleyi bürokratik çıkarlar lehine kullanmaktan çekinmezler. Asıl meseleyi göz ardı ederek kendi yönetme arzularına sarılır, gerçek sorunları gölgeleştirerek yanlışlar üzerinden güç devşirirler. Yapısal değişiklerin bilimsel tartışmalarla elde edemeyeceğini anladığında takiye yaparak önderliğe otururlar. Menşeviklerin manası tam da bunu ifade eder: Lenin’le çizgi mücadelesinden kaçınıp entrikalar ve dalaverelerle gölge oyunları oynayanlar, gerçek kimliklerini saklayanlardı.

Genel anlamıyla, revizyonist yapı önderlikte azınlıktadır. Bu azınlık, çoğunluk hâline gelebilmek için örgütlenme çalışması yapar ve yapısal anlamda böyle bir çoğunluğu sağlamaya odaklanır. Program çizgisini değiştirebilmesi için bütünlüklü bir hâkimiyet kurması gerekir. Dolayısıyla burjuva paradoksların gelişimini
takip ederek, onlardan doğan formları uygular ve buradan yeni taktikler geliştirir. Örneğin, kadronun mülkiyetleşmesi meselesini basitleştirir; Yeni dünya konjonktürü adı altında “denge teorileri” üzerine kurulu kitle örgütlülükleri oluşturur. Toplumun gelişiminde esas unsur olan sınıf mücadelesi bu bakışta geri planda bırakılır. Bu da metafizik örgütlü olma sorununu doğurur. İdeolojide ve ilkelerde netlik, oportünist önderliğin biçimlendirdiği formlara göre askıya alınır.

Buna karşın Mao *‘’Doğru ile yanlış arasında kesin bir ayrım yapılmalıdır, çünkü Parti içindeki ilke tartışmaları, toplumdaki sınıf mücadelesinin Parti içindeki yansımasıdır ve bu konuda belirsizliğe göz yumulmamalıdır.’’ diyerek ilkelerde sağlam durulmasını söyler. Artık komünist partinin tarihsel gelişimindeki olgular sürekli tasfiyeye uğramaya başlar. Muhalefetlere karşı en keskin savaşçı özne olur. Öyle bir çizgi belirler ki solun solu olarak konumlanır. Değiştirmek için yanıp tutuştuğu programa en çok o sarılır.

Parti içi mücadelede böylesi bir önderlik biçimi ortaya çıktığında, kaçınılmaz sonuçlarla karşı karşıya kalınır. Çünkü bu azınlık önderlik, başka bir gücün varlığını istemez; gerçeği göremeyecek kadar kendi varlığını mutlaklaştırır. Muhalefete karşı ideolojik birikimle yaklaşmak yerine “böl, parçala, erit ve kendi çizgini dayat”
yolunu izler. Bu koşullar altında, iki çizgi mücadelesinde ideolojik yaklaşımdan kopmamak esastır. Muhalefet de bu ilkeyi gözetmelidir. Aksi takdirde hakaret ve dalavere temelli yaklaşımlar serpilir. Ancak bürokratizmin kırılamadığı yerde, çelişkileri su yüzüne çıkarıp suyu berraklaştırmakta imkânsızlaşır. Bürokratizm bulanık sudan yanadır. Böyle bir tabloda ayrılıklar kaçınılmaz hâle gelir.

İki çizgi mücadelesi ve onun gelişimi, kitlelerin devinimine sıkı sıkıya bağlıdır. Ancak bürokratizm yok edilmeden gerçek bir iki çizgi mücadelesi yaşama geçirilemez. Bu koşullarda ortaya çıkacak muhalefetler de bürokratik yapıya tepki biçiminde gelişir. İşte bu yüzden oportünizm ve revizyonizmle mücadele son derece zordur. Bu süreçte oluşacak muhalefetler ise çoğu zaman metafizik argümanlara dayanabilir. Burada sözünü ettiğimiz azınlık durumundaki önderlik, parti kitlesinden yabancılaşır ve çalışmalar esnasında sıksık “antagonist olmayan” çelişkilerle de karşılaşabilir; bu da çeşitli gruplaşmaların ortaya çıkmasıyla birlikte “antagonist” çelişkilere dönüşür. İşte bu nedenle önderlik “azınlık” durumundadır.

*Mao zedung seçme eserleri 5 sayfa: 326- kaynak yayınları


Öte yandan, parti içinde oluşabilecek çeşitli muhalefet biçimlerini de anlamak gerekir. Çünkü ideolojik netliğe rağmen, eğer kitlelerle kurulan bağ zayıfsa veya örgütlü yapıda bürokratizm hâkimse, çok farklı muhalefet tipolojileri ortaya çıkabilir.

Yabancılaşma, Kurtarıcı Figürü ve Muhalefet Yapıları

Komünist parti de örgütle kitle arasındaki yabancılaşma, “kurtarıcı bir önder” arayışını doğurur. Yıllarını mücadeleye adamış, acı çeken, fedakâr kişiler doğal kurtarıcılar olarak görülür ve bu durum parti içinde bir irade teslimiyetine yol açar. Böylece kitlelerden kopma ve tasfiye sorunları baş gösterir; güvenlik kaygısı artar, mevcut kadroların temsiliyeti önemsenmez, dönemsel önderliğe karşı güvensizlik büyür. İçten içe bir “temizlik” ihtiyacı duyulur, “cefakâr” kişiler aranır. Sürekli gelişen güvensizlik ortamında müdahil olamayan dönemsel önderlik kabuğuna çekilir. Sorunlar büyür, ancak çözüm ufalır.

Merkezileşme (otorite) güçlenirken kitlelerle bağ zayıflar. Kararlar kâğıt üstünde uygulanabilir görünse de alt örgütlülüklerde etkili olamaz. Bu kopukluğa cevap
bulamayan kadrolar, merkezileşmenin getirdiği sekterliği içselleştirir. Kadro yetersizliği merkezle uyumlu ya da eleştirmeyecek kişilerin tercih edilmesine neden olur. Parti çizgisinde kadro sorunu tartışılmaz, egemen atmosfer güvensizliktir. Eleştirenlere tepki gösterilir, güvensizlik karşılıklıdır ve kitle ile dönemsel önderlik
arasındaki iletişim kopar. Böyle bir tablo, demokratik merkeziyetçiliğin bürokratikleşmesi ya da mevcut kadroların olumsuz tutumlarıyla daha da ağırlaşır. Bu koşullarda parti kitlesinden kopan dönemsel önderlik ve mevcut kadrolar, “dışarıdan uzman” arayışını sürdürerek partiyle bağlarını iyice zayıflatır.

İşçi aristokrasisi

Taktik yenilgileri stratejik çöküş olarak yorumlayan bazı yapılar, ‘yeniyi arama arzusu’ görüntüsü altında bireyci ve oportünist bir muhalefet sergiler. Sonradan sınıf atlayan bu kesimler çok şey bilip pratikte varlık göstermez, geçmiş mücadelelerini veya eski sınıf karakterlerini idealize ederek kendilerini “gelişmiş” sayarlar. Kendi pozisyonlarını güvence altına almak için hem muhalefetle hem de önderlikle ilişki kurar; kriz dönemlerinde ya da kadro sıkıntısı yaşandığında mevki elde etmeye çalışırlar. Bürokratizm onlara “önemli kişi” olma alanı açar. Önderliğe yükseldiklerinde kariyerist yapıları gereği sürekli sürtüşme içinde bulunurlar ve muhalefet kendilerine yöneldiğinde bireyci yaklaşarak kaybolmaya çalışırlar fakat önderlik konumunda ise “kâğıttan kaplan” misali davranırlar.

Lenin’in “Yurtdışındaki mülteci azınlık… kendi önder ve yazı kadrolarının yerlerine başkalarının konulamaması nedeniyle vazgeçilmezliğe dayanarak, güvence içinde böyle davranmayı sürdürüyorlar” sözü tam da bu duruma işaret eder. Otorite sahibi olmak asıl görevleridir.

Gelenek

Komünist Partinin uzun yıllara dayanan deneyimi, parti içinde güçlü bir gelenek yaratmıştır. Bu geleneği kullanan bazı gruplar, hızlıca kitle desteği elde edebilir, geçmiş dönemdeki önderlikleri olumlayarak bugünkü koşullara dair bir sentez arayışına girerler. Gerileme dönemlerinde ya da benzer süreçlerde ortaya çıkan kimi muhalefet grupları, eleştirilerini bu geleneksel şablona oturtur. Geçmişi kutsayıp her siyasal durumu eski tutumlarla değerlendirmek ve günü yakalamayan taklitçi muhalefet yapmak sık rastlanır.

Bazen dönemsel önderlik de bu yaklaşıma kapılır; geri ve ilkesiz yanlar abartılı biçimde yüceltilir. Bu durum çoğunlukla bürokratizm sonuçlarında, oportünist ve kariyerist odaklar tarafından gelişir. Aynı zamanda dönemsel önderlik de bu sürece dâhil olabilir. Dedikodular ve yanlış bilgiler yayılır, geçmiş olaylar çarpıtılır veya muğlaklaştırılır. Böylece güvensizlik ortamında bir azınlığın dönemsel önderliği güç kazanabilir.

Benzeş

Eleştirisini yönelttiği önderliğe aslında çok benzeyen yapılar da vardır. İdeolojik farkları çok az olan bu kesimler, yalnızca iktidarı hedefler. Doğru eleştiriler geliştirebilen ama örgütlü bir muhalefet oluşturamayan kişilerden destek alıp bölünmeyi kaçınılmaz kılan yıkıcı bir tutum sergiler, ilkeleri dayatmasına rağmen iş kendi çıkarına dokunduğunda ilkesiz davranır. Karşıtlarının uyguladığını fazlasıyla tekrarlar, hizip faaliyetleriyle kopuşu hızlandırır. Uzun süre mücadele dışında
kalmış bireyler bu süreçte öne çıkabilir ve yaşanan ayrılık genellikle sert ve yıpratıcı olur.


Ayrıca konum sevdası peşinde koşan kariyerist kişiler, Önderlik sağ çizgide ise, muhalefeti haklı bulur. Alttan alta “temizlik” söylemini de dile getirir. Bölünmeler yaşandığında kendini merkez konumda tutar ama bir yandan da muhalefeti destekler. Yanlışlara karşı “muhalefetten daha muhalefet”miş gibi davranır. Ayrılık
vb. durumlar geliştiğinde, boşalan konumda kendini var eder. “Kurtarıcı” rolü üstlendiğini iddia eder. Ancak çabuk savrulur ya da eleştirdiği tutumlara benzer bir rota izler. Teorik ve pratik açıdan kısırdır. Yönetici erk zihniyetini benimser. Genellikle hiçbir alanda sorumluluk almak istemez gibi görünür fakat “istemem sol cebime koy” dercesine mevki kapmak peşindedir. Uzlaşmaz görünür fakat mevki aldığında muhalefeti sönümlenir. Politik yönünden öte, yapısal ilişkiler üzerinden kendinde güç bulur. Partiyi kutsallaştırıp bürokratizm sarmalında kendisini yaratır.

Tüm bu örnekler, parti ile kitleler arasındaki etkileşimin, önderlik tarzının ve bürokratik eğilimlerin farklı yansımalarıdır. İlkelerin yozlaşması, çalışma alanlarının pasifleşmesi, bürokratik ve liberal tutumların yaygın hâle gelmesi yukarıdaki tipolojileri ortaya çıkarır. Komünist partiden kopmaların sürekli yaşanmasının sebebi de budur. Dahası, bu kopuşların program temelli olmaması aynı nedene dayanır.

Dönemsel önderliğin oportünist çizgisi bu durumu oluşturur. aynı zamanda büroktarizmi besleyerek tasfiyeyi derinleştirir. Dolayısıyla Bürokratizmi nasıl alaşağı
edebiliriz? sorusunu gündemde tutmak ve bu doğrultuda bir gelişim çizgisi yaratmak, günümüz komünist partileri için hayati önem taşır. Bürokratizmin kırılama- dığı koşullarda, parti içi ayrılıklar kaçınılmaz bir gerçeklik hâline gelir ve parti, tasfiye sürecinin girdaplarından kurtulamaz.

Son olarak Lenin’in sözleriyle vurgulayacak olursak:

‘‘Proleter, tek başına bir birey olarak hiçbir şey değildir. Onun bütün gücü, bütün gelişmesi, bütün umutları ve beklentileri, örgütten, arkadaşlarıyla birlikte yürüttüğü sistemli eylemden gelir. O kendini, büyük ve güçlü bir organizmanın parçası olduğu zaman büyük ve güçlü hisseder. Bu organizma, onun için temeldir; bu organizmaya oranla birey, pek az şey ifade eder. Proleter, adsız kitlenin bir parçası olarak, herhangi bir kişisel çıkar ya da ün sağlamayı düşünmeksizin, nerede görevlendirilirse orada ve bütün benliğini ve düşüncesini saran gönüllü bir disiplinle,tam bir bağlılıkla savaşır. (V.İ.Lenin,Bir Adım İleri,İki Adım Geri,Sol Yayınları,s.157)

Dipnotlar

[1]O dönem makale dizisi olarak yayımlanmıştır.
[2]Menşevik: Azınlık gruptur. İkinci Kongrede azınlıkta kaldıkları ve daha sonra parti içi mücadelede “azınlık” olarak anıldıkları bilinir. Martov, Troçki, Akselrod gibi isimler gizli bir örgütle önderlik etmiştir.
[3]Bolşevik: “Çoğunluk” demektir. İkinci Kongrede çoğunluğu elde eden (Iskra gazetesi) grubunun programı, diğer gruplar tarafından kabul görünce “çoğunluk” hâline gelmiştir.
[4]Likidatörler: İllegal örgütlülüğü reddeden eğilim.
[5]Otzovizm: “Geri çağırmak” anlamına gelir. Duma’daki milletvekillerinin çekilmesini savunan bir grup.
[6]Ültimatizm: Duma’yı toptan reddeden veya ondan yararlanmayı istemeyen bir başka eğilim.

Bu yazı ilk olarak Maoist Perspektif dergisinde yayınlanmıştır.

Scroll to Top