KADRO SORUNU ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Günün koşullarını yakalayamayan, kitlelerin durum ve ihtiyaçlarını kavramayan, sürekli hata yapan, özeleştiriye rağmen kendisini geliştiremeyen, kızıl ve uzman kadro olma bilincinden uzaklaşarak bürokratik ve konformist bir anlayışı benimseyen kadrolar, ancak parti kitlesi tarafından tasfiye edilebilir. BPKD’nin temel hedeflerinden biri olan “kapitalist yolcuların” tasfiyesi, bürokratikleşmiş ve kitlelerden kopmuş kadroları da kapsayan bir mücadele pratiğiydi.

Giriş:

Kadro sorununa yönelik düşüncelerimizi sunarken; bilinmelidir ki, bir hedef alınmadan komünist partilerin yaşadıkları çelişkiler üzerine düşüncelerimizi belirteceğiz.

Komünist partiler, kongrelerinde ideolojik bir program belirleyerek kendilerine çalışma perspektifleri oluşturur. Bu perspektif, partinin stratejik hedeflerinin ideolojik bir temel üzerine inşa edilmesini sağlar. Kongre kararları, sadece pratik çözümler sunmakla kalmaz, aynı zamanda örgütsel birliğin sağlanması için bir yol haritası işlevi görür. Ancak belirlenen hedeflere ulaşabilmek için yöntem ve stratejilerin teorik bir çerçeve ile desteklenmesi gerekir. Bu sürecin bir sonraki kongrede muhasebe edilmesi, çizilen yolun tutarlılığını değerlendirmek için hayati bir aşamadır.

Kadrolar, kongrelerin belirlediği ideolojik-örgütsel-askeri çizgiyi hayata geçirme sürecinin temel aktörleridir. Ancak her komünist parti, bu süreçte kadro sorununu mutlaka gündemine alır; çünkü elde edilen başarılar ve yenilgiler, kadroların ideolojik donanımı ve örgütlenme kapasitesine doğrudan bağlıdır. Kadro sorununu çözmek, sadece pratik bir mesele değil; aynı zamanda ideolojik birliği sağlama yolunda atılan bir adımdır.

Komünist partiler, tarihsel gelişimleri boyunca zaman zaman çelişkili ve “kangren” olarak adlandırılabilecek dönemlerden geçer. Bu dönemler, genellikle ideolojik program ile uygulama arasındaki kopukluktan kaynaklanır. Kadro sorununun kökeni, yalnızca örgütsel yetersizliklere değil, ideolojik netliğin eksikliğine de dayanmaktadır. Doğru bir programın örgütlenemediği durumlarda, kadro sorunu kaçınılmaz hale gelir ve bu sorun zamanında çözülmezse daha da büyür.

Pragmatizmin etkisindeki yaklaşımlar, çoğu zaman “bir çaresine bakarız” veya “mücadeleden kadro çıkar” gibi yüzeysel düşüncelerle ifade edilir. Ancak bu yaklaşımlar, meselenin ideolojik boyutunu göz ardı ederek, sorunun kök nedenlerine inemez. Bu nedenle, kadro sorununun köklü bir çözümü, teorik bir netlikle mümkün olabilir.

Kadro sorununu çözmek, basit bir meseleden ibaret değildir. Bir yazıyla bu sorunun tamamen çözülemeyeceği açıktır. Ancak bu meseleye yapıcı bir yönelim ve stratejik düşüncelerle yaklaşmak, sorunun çözümü için önemli bir ilk adımdır. Kadro sorununu ele alırken, sıradan bir teknik mesele olmadığını ve ideolojik bir temele dayandığını unutmamak gerekir.

Salt “kadro sorunu” diye bir durumdan bahsetmek yanlıştır. Sorun, genellikle ya program ile dönemsel önderlik arasındaki çatışmadan ya da mevcut kadroların kendi çizgileri doğrultusunda örgütleme çabalarından kaynaklanır. Bu çelişkileri açık ve yapıcı bir şekilde ele almak, sorunun çözümünde önemli bir adım olacaktır.

KADRO SORUNUNA YANLIŞ YAKLAŞIMLAR

Kadro sorunu, devrimci mücadele tarihinin en temel ve tartışmalı meselelerinden biridir. Günümüzde bu konuya dair pek çok yazı, makale ve analiz kaleme alınmaktadır. Bazı yazılarda ise süreç klasik bir tarzda ele alınmakta, ancak bu yaklaşım kimi zaman sorunlara geçiştirici bir dil ile yüzeysel bir boyut kazandırmaktadır. Bu durum, farkında olunmadan sorunun yapısal formunun Komünist Parti içinde kendiliğinden bir olumlanmaya dönüşmesine yol açabilir. Yanlış yaklaşımlar, kimi zaman sorunun çözümünden ziyade, sorunun varlığını kabullenme ya da onu göz ardı etme eğilimini de beraberinde getirebilir.

Biz de bu yazıda, belirttiğimiz klasik bir yönelim ve yöntem izleyerek kadro sorununu ele alacağız. Ancak bunu yaparken, bu klasik tarzın olumlu ya da olumsuz etkilerini irdelemeyi, çözüm yolları sunmadaki başarısını ya da eksikliklerini tartışmayı amaçlıyoruz:

Kadro sorununu ve mevcut hastalıklarımızı aşabilmek için mücadelede kararlılığımızı sürdürmeliyiz!

Devrim mücadelesinin en temel sorunlarından biri kadro sorunudur. Sınıflı toplumlar var oldukça kadro sorunu da var olacaktır. Sosyalist devrim gerçekleştikten sonra dahi kadro sorunu devam etmiştir ve edecektir. Dolayısıyla bu mesele, çözüm bekleyen bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Bu sorunun içeriğini açmak gereklidir. Teori ve pratiği hayata geçirebilmek için teoriyi kavramak ve pratiğe dökmek zorunludur.

Teorik anlamda doğru bir çizgide olmak, başarı için tek başına yeterli bir koşul değildir. Doğru çizginin hayata geçirilmesi için gerekli olan pratik de elzemdir. Kadro, doğru teorik çizgiyi kitlelere taşıyacak unsurdur. Bu gerçekleşmediği sürece teorinin doğruluğu yalnızca bir söz dizininden ibaret kalır. Eğer komünist partinin mevcut bir kadro politikası yoksa, ilerleme de mümkün değildir. Mevcut kadrolara dayanılarak hareket ediliyorsa bu durum, kadroların genel bir idarecilik anlayışı ile yaklaştığı anlamına gelir. Bu da belirli bir idareciliğe göre yöntem ve tarzla örgütlenme yapıldığına işaret eder.

En kararlı söylemleri dile getiren fakat burjuva yaşam biçimi içerisinde kendini var eden, yaşamında kolektif olmayı ikinci plana atan birçok kişi, kadro adayı olabilir. Hali hazırda bir kadro konumunda bulunabilir de. Ancak, bu kişilerin grupçu bir örgütlenme yaratma veya kendilerine yakın gördükleri kişileri örgütleme gibi bir eğilim göstermesi muhtemeldir. Parti, programında devrimci bir çizgide olsa da örgütlü anlamda sağ eğilimli bir çalışma gerçekleştirebilir.

Bu gibi durumlarda liberalizmin etkili olduğu söylenebilir. Hatalı çizgide hareket eden kadrolar, parti ile kitle arasında çatlaklar oluşturur ve bu durum ciddi sorunlar yaratır. Böyle bir durumda, kadroların köklü bir özeleştiri sürecine girerek hatalı çizgilerinden uzaklaşmaları gereklidir. Bu başarılırsa, doğru bir kadro politikası oluşturulabilir ve bu politika hayata geçirilerek mevcut daralmalar aşılabilir. Kadro sorununa çözüm bulunabilir.

İhtiyacımız olan, komünist davada kararlı, mevcut kadrolar ve yeni kadro adaylarıdır. Bu kadrolar gökten inmeyecek, mücadelenin içinden çıkacaktır. Parti ne kadar doğru bir siyaset izlerse, kadro dinamiği de o kadar güçlenir. Kadroları hantal bırakan liberalizmle mücadele edilirse, kadrolar doğru siyaseti kitlelere ulaştırabilir. Demokratik merkeziyetçiliği doğru bir şekilde işler hale getirmek, kadroların hantallığını azaltacaktır.

Parti kitlesinin yapıcı eleştirilerle sürece katkı sunması; eleştirilerle partiye dahil olması gereklidir. Ancak, havada kalan eleştiriler yarardan çok zarar verebilir. Eleştiri yapılırken sırt dönülmemelidir. Bu, hareketi ileriye taşımaktan çok kadroları yıpratır. Mevcut kadrolara parti kitlesi sahiplenici ve yardımcı olmalıdır. Aksi halde, kadro sorunu giderek büyür.

Eğer parti kitlesi, parti içinde harekete yardımcı olamazsa, işlerin büyük kısmı kadrolara düşecektir. Bu durumda kadrolar, her yere yetişmeye çalışırken gerileme yaşayabilir. Kadroların partinin siyasetini geliştirmesini ve örgütlemesini sağlamak istiyorsak, onların önerilerine ve çalışma tarzlarına uyum sağlamak zorundayız. Eleştirilerimiz, kadroların çalışma tarzına uygun bir zeminde yapılırsa, başarı için gerekli koşullar oluşur ve kadro gelişimi sağlanır. Elbette kadronun parti içinde gelişimi de oldukça önemlidir. Mücadele sürecinde teorik anlamda kendini geliştiremeyen kadrolar hantal kalabilir. Bu nedenle, parti içi eğitimler her zaman kritik bir noktada durmaktadır. Bu sağlanabilirse, kadro eksikliklerinden kurtulabilir.

Kadro, parti kitlesiyle bir bütünlük kurmalıdır. Eleştirileri olgunlukla dinlemeli ve çözümsel yaklaşmalıdır. Eksik kaldığı yerlerde kitlelerden çekinmeden öğrenmeli, küçük burjuva gurur ve benzeri davranışlardan kaçınmalıdır. Kitlelerle bütünleşmeli, hiyerarşik konumunu asgari düzeyde kullanmalı, toplantılarda kitlelerin görüşlerini dinlemeli ve en ağır eleştirilere dahi bilimsel bir yaklaşımla yanıt vererek yanlış düşünceleri doğru tarafa çekmelidir. Yanlış da doğru da hareketin bir parçası olduğu bilinciyle hareket etmelidir.

Kadro sorununda, yeni kadro adaylarının ortaya çıkarılması da mevcut kadroların çalışmasıyla mümkün olacaktır. Kurulan komitelerde ihtiyaca ve yeteneklere göre kadro adayları belirlenmelidir. Bu adayların, parti çizgisine uygun bir şekilde geliştirilmesi gereklidir. Ancak, bazı kadrolar hatalı yaklaşımlar sergileyerek, dönemsel önderliğin çizgisine ya da kendi çalışma karakterine benzeyen adaylar arayabilir. Her karakter kendine özgüdür; bu göz ardı edilmemelidir. Aksi halde, bireysel istek ve algılara göre kadro adayları belirlenebilir ve bu durum grupçu örgütlenmelere yol açabilir.

Ayrıca, herkesten fazla koşan, emek ve zaman harcayan; ancak bencil, eleştiriye tahammülsüz ve gelişime kapalı kişilerin kadro adayı yapılması sakıncalıdır. Bu noktada dengeyi iyi kurmak zorundayız.

Günün koşullarında kadro sorunu, partinin tüm organlarının sorunudur. Mevcut kadrolardaki eksiklikleri hep birlikte düzeltmeliyiz. Çizgimiz komünist ise korkulacak bir şey yoktur. Kadro darlığı ya da çalışmalardaki yetersizlik, parti kitlesi ve örgütlü çabalarla aşılabilir. Bugünden başlamalıyız ki, partimizin doğru çizgisini bu hantallıktan kurtaralım.


Sesi gür çıkan fakat etkisi olmayan, yüzeysel bir yönelim ve yöntem üzerine bir bakış açısı sunduk. Ancak, bu tür bir yaklaşımın gerçekten ne gibi bir yarar sağlayabileceğini sorgulamak gerekmektedir.

Yukarıdaki yazıyı detaylıca incelediğimizde, sürekli aşina olduğumuz bir yöntem ve tarzla karşı karşıya olduğumuzu fark ederiz. Bu yazı, kitlelerde anında bir uyanış yaratacağına ya da kadroların hantal çizgilerinden bir anda kurtulacağına dair bir hissiyat uyandırabilir. Parti kötüye gidişe dur diyecek ümidi de bu tür yaklaşımlarda kendiliğinden doğar. Çünkü sorunların yoğunlaştığı bir durumda, insanlar genellikle bir kurtarıcıya ihtiyaç duyar. Var olan yanlışların bir şekilde fark edileceği ve birilerinin buna müdahale edeceği inancı, bu tür yaklaşımları besler.

Ancak tarihsel tecrübeler gösteriyor ki, örgütlerin iç demokrasisi aksadığında, yayınları kitlelere ulaşmadığında, parti çizgisinde kopuşlar yaşandığında ya da alt örgütlenmeler umutsuzluğa düştüğünde, partiyle kitleler arasında yabancılaşma başlar. Bu yabancılaşma, her zaman bir kurtarıcı arayışını tetikler. Üstteki yazı da bu kurtarıcılığı körükler; ancak, “hataları birlikte omuzlamalıyız” diyerek meseleyi disipline tabi tutma çabası, hataların gerçek çözümünü sunmaktan uzaktır. Hatalar genellikle ortaklaştırılır, özeleştiriler yüzeysel şekilde geçiştirilir ve işin gerçeği, mevcut sorunlara dair net bir çalışma veya perspektif sunulmaz.

Eğer sorunlara doğru bir yönelim geliştiremezsek, yöntemler sadece dar bir çerçeveye sıkışır. Yöntem tek, sorun öbektir denilebilecek bir durum ortaya çıkar. Yani, birçok sorunu tek bir yöntemle çözmeye çalışmak gibi bir hataya düşülür. Gelişim düzeyinin hangi noktada olduğunun tahlilini yapamadığımızda, hareket tarzı diyalektikten uzaklaşır ve sorunlara ütopik, soyut bir bakışla müdahale etme eğilimi gelişir. Bu, üstte belirttiğimiz yazıda da gözlemlenebilir: Ne yazıda kendini düzeltme dürtüsü vardır, ne de sorunlara dair somut ve ciddi bir yönelim.

Yazının girişine bakıldığında, sorunlara dair bir yönelim sunmaya çalışıldığı görülmektedir. Sorunlar ortaya konulmakta, çözüm için bir yöntem önerilmektedir. Sorunun ideolojik bir sorun olduğuna dikkat çekilerek ilerlenmektedir. Ancak yazının sonlarına doğru, yöntem önerisi daha muğlak hale gelmekte ve sorunların sağ çizgiye dayanan bir özeleştiriyle çözülebileceği varsayılmaktadır. Bu yaklaşım, kitlelerle bağı kopmuş mevcut kadroların gerçekliklerini yüzlerine vururken, aynı zamanda “onlar da ne yapsın” gibi bir tavırla meseleyi yumuşatarak, parti kitlesine serzenişte bulunmaktadır. Sonuç olarak, parti programı komünist ise korkmamamız gerektiği belirtilmektedir.

Bu tür yaklaşımlar, hataları: doğruyu-yanlışlama ve sebep-sonuç ilişkileriyle ortaklaştırma eğilimi gösterir. Ancak bu hatalar, çoğu zaman kendi doğruluğunu ispatlama çabasıyla ele alınır. Örneğin, “Yaptıklarımız doğru ama kitlemiz bizi anlamıyor” ya da “Elimizden geleni yapıyoruz ama kitlemiz köstek oluyor” gibi söylemlerle sık karşılaşırız. Bu tür ifadeler, sorunun kaynağını dışsallaştırarak, çözümü tıkayan bir anlayışı temsil eder.

Dönemsel önderlikler sıkıştığında ya da süreci toparlayamadığında, savunma genellikle bu tür yönlere kayar. Oysa asıl mesele, mücadeleye yöntem sunmadan önce sorunun kökenine yönelmektir. Kadro sorunu, uzun süre boyunca hissedilen ve etkisi derinden görülen bir mesele haline geldiyse, mevcut koşullarda parti çalışmalarında yetersizlik kaçınılmaz hale gelir.

Kadro sorununa dair yüzeysel yaklaşımlar, genellikle diyalektik yöntemin dışına çıkarak mekanik bir çözüm arayışına girer. Diyalektik yönteme göre, sorunların çözümü, onların tarihsel ve toplumsal bağlamlarıyla ele alınmasını gerektirir. Kadro sorunu, yalnızca bir “organizasyonel eksiklik” değil, aynı zamanda sınıf mücadelesinin dinamikleriyle iç içe geçmiş ideolojik bir meseledir.

Birçok sorunu tek bir yöntemle çözmeye çalışmak yerine, her sorunun özgün dinamiklerini ve tarihsel bağlamını anlamaya yönelik bir yaklaşım geliştirilmelidir. Örgütün iç demokrasi mekanizmalarının işler hale getirilmesi, kitlelerle bağların yeniden inşa edilmesi ve kadroların eğitim süreçlerinin güçlendirilmesi gibi çok boyutlu bir planlama, bu sorunun aşılması için kritik önemdedir.

Kadro sorunu, yalnızca bir teknik mesele olarak değil, ideolojik bir bütünlük ve pratikle teoriyi buluşturma sorunu olarak ele alınmalıdır. Sorunlara dar pratik çözümler önermek yerine, bu çözümleri tarihsel materyalizmin rehberliğinde, somut koşulları analiz ederek üretmek gereklidir. Ancak bu şekilde, kadroların kitlesel mücadelede işlevsel bir rol üstlenmesi sağlanabilir.

KADRO SORUNUNA DOĞRU YAKLAŞIM: GELİŞİM SEYRİ

Komünist partiler, örgütlenme süreçlerinde parti kitlesinin sınıf karakterini sürekli olarak irdelemek durumundadır; zira bu irdelenme, partinin ideolojik, politik ve örgütsel yönelimlerini belirleyen kritik bir mihenk taşıdır. Eğer parti içindeki egemen sınıf niteliği işçi sınıfı yerine küçük burjuvazinin ağırlığıyla şekilleniyorsa, parti hem temel hedeflerinden uzaklaşacak hem de politik pratikte savrulma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu savrulma, ulusal sorundan mezhepsel sorunlara dek pek çok farklı boyutta kendini gösterir; özellikle uluslaşamamış etnik toplulukların veya küçük burjuvazinin ağırlığı, parti de çoğunluk sağlayarak ideolojik yönü belirlemede etkili olabilir. Dolayısıyla, parti saflarına katılan yeni kadroların sınıf kökeni, teorik düzeyde incelenmesi gereken başlıca unsurlardan biridir.

Tarihsel perspektiften bakıldığında, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da Komünist partilerin kadro gelişimi zamanla nasıl değiştiği dikkat çekicidir:

1920–1968: Orta Sınıf ve Burjuva Kökenli Kadrolar
1920’lerden itibaren Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da komünist partilerin kadro gelişimi, büyük ölçüde Bolşevik Devrimi’nin etkisiyle şekillenmiştir. Bu dönemde, Sovyetler Birliği’nde eğitim görmüş, genellikle burjuva kökenli kadrolar partilerin temelini oluşturmuştur. Kadrolar, teorik bilgi açısından donanımlı olmakla birlikte, sınıf kökeni itibarıyla işçi sınıfı ve yoksul köylülükten uzak kalmıştır. Bu durum, partilerin ideolojik çizgisinde ve kitlesel bağlarında sınırlılıklara yol açmıştır.

1968–1974: Öğrenci Hareketlerinin Yükselişi
1960’lardan itibaren özellikle üniversiteler, devrimci hareketin önemli bir odağı hâline gelmiştir. 1968 kuşağının yükselen öğrenci hareketleri, komünist partilerin kadro yapısını burjuva karakterinden uzaklaştırmaya başlamış ve öğrenci kökenli kadroların belirgin bir ağırlık kazanmasına yol açmıştır. Bu süreç, parti kadrolarında niteliksel bir dönüşüm yaratmış, kitlelerle kurulan bağlar hızla derinleşmiştir. Mao Zedong düşüncesinin devrimci saflarda ciddi hissedilir dönemlerdi. Ancak, 1971 Muhtırası sonrası dönemde birçok önder kadronun kaybedilmesi ve tutuklanması, kadro sorununun hayati bir mesele olduğunu yeniden göstermiştir.

1974–1980: Çok Yönlü Kadro Bileşiminin Oluşumu
Komünist hareketler işçi sınıfı ve yoksul köylülükle daha güçlü bağlar kurmayı başarmıştır. Bu dönemde işçi sınıfı ve köylü kesimden yükselen devrimci dinamizm, partilerin özüne uygun bir sınıf karakteri geliştirmesine imkân tanımıştır. Üniversiteler ise kadro gelişiminde önemli bir yer tutmaya devam etmiştir. Bu çok yönlü kadro bileşimi, devrimci mücadelenin geniş bir toplumsal tabana yayılmasını sağlamış ve devrimin yakın olduğuna dair güçlü bir inanç yaratmıştır. Ancak, 1980 darbesi bu devrimci yükselişi büyük ölçüde ezmiş, partiler ya sürgünde ya hapishanelerde ya da kırsal alanlarda var olma mücadelesi vermek zorunda kalmıştır. Bu süreçte kadro daralması kaçınılmaz olmuş, yeni kadrolar ise hapishanelerdeki direnme süreçleri ve sürgünlerdeki örgütlenme çalışmaları sayesinde yetişebilmiştir.

1990’lı Yıllar: Yeniden Canlanma
1990’lı yıllar, komünist hareketin yeniden canlanmaya başladığı bir dönem olmuştur. Gerilla faaliyetleri kırsal alanlarda sürdürülmüş, yoksul mahallelerdeki örgütlenmeler güçlenmiş ve üniversite gençliği devrimci gelenekleri sahiplenmeye devam etmiştir. Bu dönemde hapishaneler, birer “eğitim alanı” işlevi görmüş ve kadro adaylarının politik bilincinin olgunlaşmasını sağlamıştır. Ancak, Doğu Blok’unun çöküşü ve hapishane koşullarının ağırlaşması, komünist partilerde iç ve dış tasfiyelerin derinleşmesine neden olmuştur. 2001 hapishaneler katliamı Komünist partilerde derin izler bırakmıştır. Bazı partiler reformist bir çizgiye kayarken, bazıları devrimci niteliğini korumayı başarmıştır. Tüm bu zorluklara rağmen, üniversiteler, emekçi mahalleleri ve kırsal alanlar, kadro potansiyelinin beslendiği temel zeminler olmayı sürdürmüştür.

Genel Değerlendirme: 1920’den Günümüze Kadro Dinamikleri
kısaca ele aldığımız tarihsel kesitlere bakıldığında, 1920’den 1968’e kadar komünist partilerin daha çok orta sınıf ve burjuva kökenli kadrolarla biçimlendiği; 1968–1974 yılları arasında öğrenci kökenli kadroların belirginlik kazandığı; 1974–1980 yılları arasında ise öğrenci, işçi ve köylü kaynaklı çok yönlü bir kadro bileşimi oluştuğu görülmektedir. 1980’lerden itibaren yoksul mahallelerden ve kırlardan çıkan kadroların yoğunluğu artarken, üniversiteler devrimci hareketin sürekliliğinde hayati bir rol oynamaya devam etmiştir.

Tüm bu tarihsel örnekler, Bolşeviklerden, ÇKP’ye dek uzanan deneyimlerle birlikte değerlendirildiğinde, komünist partilerin örgütlenme tabanındaki sınıfsal niteliğin tayin edici rolünü ortaya koyar. Bir partinin, devrimin öznelerini doğru biçimde örgütleyebilmesi ve programını başarıyla hayata geçirebilmesi, doğrudan doğruya kadrolarının sınıfsal konumuna ve ideolojik formasyonuna bağlıdır. Eğer Komünist parti, işçi sınıfının ve yoksul köylülerin somut ihtiyaçlarına dayanmayan bir tabana yaslanırsa, öncü misyonundan uzaklaşarak savrulma tehlikesiyle yüz yüze gelir. Dolayısıyla, partinin sınıf karakterine dair derin analizler yapmak ve örgütlenme stratejisini buna göre biçimlendirmek, kadro sorununu aşmak için en kritik aşamadır.

Programı örgütleyemeyen dönemsel önderlikler, parti içi muhalefeti doğru biçimde yönlendiremediğinde ya da bünyelerinde barındıramadığında, örgütlenme potansiyelini kaybetmeye mahkûm olur; duraklama ve zayıflama da bu sürecin doğal sonucudur.

Sonuç olarak, komünist partilerin hem tarihsel deneyimler ışığında hem de güncel pratikler bağlamında kadro dinamiklerini ve sınıf karakterini sistematik biçimde çözümlemesi gerekir. Özellikle parti içerisindeki ideolojik netlik ile örgütsel disiplinin kesiştiği noktada, kitlelerin devrimci seferberliğini sağlayacak önder kadroların yetiştirilmesi mümkündür. Bu süreçte esas örgütlenme alanları ile tali alanlar arasındaki önceliklendirmeyi doğru yapmak; işçi sınıfı başta olmak üzere temel devrimci dinamikleri merkeze almak ve küçük burjuva eğilimlerin parti ideolojisini muğlaklaştırmasına izin vermemek, devrimci stratejinin başarısını belirleyen temel unsurlardır.

Kadro meselesi, bir partinin varlığını sürdürebilmesi ve devrimci bir önderlik işlevi görebilmesi için vazgeçilmezdir. Burada, kadronun salt bir nicelik sorunu değil, aynı zamanda nitelik ve ideolojik biçimlenme sorunu olduğu vurgulanmalıdır. Komünist parti, programı ve stratejisiyle ne kadar tutarlıysa, kadroların eğitimi ve konumlandırılması da aynı ölçüde başarılı sonuçlar doğurur. Teorik temel ve pratik deneyimi buluşturabilen partiler, yalnızca kendi iç bünyelerinde değil, aynı zamanda toplumun geniş kesimleri nezdinde de etkinlik kazanır

Bununla birlikte, komünist partilerin tarihsel deneyimleri, örgütlenme stratejilerinin ve kadro politikalarının devrimci sürecin akıbetini belirleyen temel etmenler olduğunu göstermektedir. Bu etmenler, parti içi birliğin sağlanması ve kitlelerle sürdürülebilir bir ilişki kurulması bakımından birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. İdeolojik hat, örgütsel uygulama ve kadro yetiştirme süreçleri arasında kurulacak diyalektik bağ, partinin hem mevcut konjonktürde hem de uzun vadede yol haritasını oluşturmada belirleyici bir işleve sahiptir.

Bolşevik hareket, örgütlenmesini işçi sınıfı temeli üzerine inşa ederek, proletaryanın devrimdeki öncü rolünü pekiştirmiştir. Bu yaklaşım, devrimin kitleselleşmesini sağlamış ve partiye ideolojik bir omurga kazandırmıştır. Buna karşılık, ÇKP, kırsal alandaki köylü hareketine dayanarak örgütlenmiş, ancak işçi sınıfı önderliğini koruma hedefini gözetmiştir. Her iki örnek de devrimci partilerin örgütlenme alanlarını tarihsel koşullara uygun biçimde şekillendirdiğini göstermektedir.

Bu minvalde ideolojik netlik ve tarihin gündelik yaşamından sıyrılan kadrolar süreci taşıyabilir. Komünist partisinin gelişimini, devrim mücadelesinde ileriye götürebilir. Şu noktaların ele alınıp tartışılması ve somut yönelimler belirlenmesi önemlidir:

  • Eğitim Programlarının Güçlendirilmesi mevcut dünya koşullarına yönelik oluşturulması
  • Kadro gücünü esas sınıftan güçlendirme yapılması
  • Örgütlenme Alanlarının Yeniden Değerlendirilmesi
  • Parti İçinde Eleştiri ve Öz Eleştiri Mekanizmalarının gerçek anlamda ele alınması
  • Tarihsel Deneyimlerden Yararlanma ve günün koşullarında nitelik kazandırma
  • Parti içi demokrasisinin program üzerinden sağlama alınması
  • Yeteneğe göre değil! hedef yetenekli kadrolar yaratma perspektifi olmalı
  • Gelişen teknoloji ve yeni öğrenim tarzlarına aşina olunmalı
  • Gündelik yaşam içerisinde toplumsal sorunları taşıma araçlarının geliştirilmesi
  • Günümüz koşullarında bilgisayar kullanımının derinleştirilmesi; kodlama, haberleşme, propaganda alanlarında uzmanlaşma
  • Kitleler tarafından sevilmeyen, hatalar zinciri kuran kadrolara karşı yeni bir bilimsel yönelim geliştirilmesi bu yönelimden kastımız bürokratizmin perdelemelerine karşıdır

Ne yazık ki, yukarıdaki maddelere değinmek yetmiyor. Bunu harekete geçirecek irade olması gereklidir. Ve ancak bu iradeyle kendisini sarsabilir. Komünist partiler bu minvalde her zaman kendilerini sarsmış ve ileriye dönük adımlarını sıklaştırmışlarıdır. Komünist partilerin, en önemli kırılma anlarından bir tanesi de tarihsel açıdan budur.

KADRO SORUNUNA DOĞRU YAKLAŞIM: İDEOLOJİK ETKENLER

Kadro Sorunları ve Parti Çizgisi Üzerine

Komünist partilerde kadro sorunları, yalnızca organizasyonel bir mesele değil, aynı zamanda ideolojik ve siyasi bir sorundur. Kadro, teorik çizginin kitlelere ulaştırılmasını sağlayan en önemli unsurdur ve bu nedenle kadroların niteliği, partinin varlık sebebi olan devrimci mücadelenin başarısı için belirleyicidir. Ancak, tarihsel süreçler göstermektedir ki, kadro sorunları, parti içi çatışmalar ve ideolojik savrulmalarla iç içe geçmiş yapısal bir zemin üzerinde şekillenmektedir. Her komünist örgüt, bu sorunlara çözüm ararken kendi yönelim ve yöntemlerini belirler. Ancak bu çabanın başarıya ulaşabilmesi için temel koşullar şunlardır: parti önderliğinde birlik sağlanması, parti kitlesiyle bütünleşme, ideolojik önderliğin canlı tutulması ve kadroların parti çizgisini kararlılıkla hayata geçirmesidir.

Bu koşullar, Komünist partinin dinamik bir yapıya sahip olmasını ve sorunlara çözüm üretebilmesini sağlar. Asıl önemli olan, Devrimci programı hayata geçirmektir. Örgütsel ve ideolojik mekanizmaları çalışır hale getirmek, Parti içi demokrasi ve çalışma prensiplerinin doğru bir şekilde işletilmesi, partiyi “canlı bir organizma” haline getirir. Ancak bu mekanizmalar zayıfsa ya da yalnızca şeklen işliyorsa, parti, devrimci niteliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

Partinin güçlü bir ideolojik hat üzerinde ilerleyebilmesi, düzenli bir tazelenme sürecine bağlıdır. Kongreler, gerilemeler ve yenilgiler karşısında bir yenilenme işlevi görmelidir. Ancak bu tazelenme, yalnızca özeleştiri mekanizmalarıyla sınırlı kalmamalıdır. Parti, programını canlı bir organizma haline getirmek ve kadro dinamiklerini niteliksel bir seviyeye taşımak için somut adımlar atmalıdır. Stalin’in şu tespiti bu noktada yol göstericidir: “Ancak Marksist-Leninist teoriye iyice hâkim olmuş bir parti güvenle ilerleyebilir ve işçi sınıfını ileriye götürebilir.” Bu, ideolojik donanımın sadece kadro düzeyinde değil, parti programının uygulanabilirliği açısından da hayati olduğunu gösterir.

Tazelenmenin sağlanamadığı durumlarda toparlanma geçici olur. Her yenilgi, tasfiye rüzgârlarını beraberinde getirir ve bu rüzgârlar, yalnızca dış saldırılardan değil, parti içindeki ideolojik zayıflıklardan da kaynaklanır. Kitlelerden kopuk, bürokratikleşmiş bir parti hem iç hem de dış tasfiye süreçlerine karşı savunmasız hale gelir. Stalin’in vurguladığı gibi, “Marksist-Leninist teoriye hâkim olmayan bir parti ise el yordamıyla ilerlemek zorunda kalır. Eylemlerinde güvensiz hale gelir ve işçi sınıfını ileriye götüremez.”

Revizyonizmin Yükselişi: SBKP Örneği

Revizyonizmin Komünist partiler üzerindeki yıkıcı etkisi, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin (SBKP) tarihinden açıkça görülebilir. Stalin’in ölümünden sonra Kruşçev’in revizyonist çizgisi, parti içi mücadelelerin en belirgin örneklerinden birini oluşturmuştur. 19. SBKP Kongresi’nde Kruşçev, parti içinde, takiyecilik yaparak dönemsel önderliği ele geçirmiştir. Parti hâlâ Komünist bir programı benimsiyormuş gibi görünse de önderlikteki revizyonist çizgi giderek parti üzerinde hâkimiyet kurmuştur.

Bu süreçte, parti içi muhalefet tasfiye edilmiş ve SBKP 22. Kongre itibarıyla tamamen revizyonist bir çizgiye oturmuştur. Bu, yalnızca parti içi bir dönüşüm değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği halkıyla parti arasındaki bağların kopması anlamına gelmiştir. Revizyonist çizgi, uzman kadrolar adı altında bürokratikleşmeyi ve ideolojik yozlaşmayı derinleştirmiştir. Sovyetler Birliği’nin çöküşü, halk tabanında değil, parti içindeki bu yozlaşmanın doğrudan bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. Mao Zedong’un bu konuda yaptığı şu tespit önemlidir: “Bir komünist parti, halk kitlelerinden koparsa, kendi varlığını sürdüremez.” Mao Zedong bu gerçekliği gördü ve bununla mücadele etmeyi kendisine esas aldı. Bu mücadele o kadar derin ve kapsamlıydı ki, komünist mücadele de bir moment etkisi yaratmıştır. Büyük Proleter Kültür Devrimi bu momentin metodolojik yapısıdır. Bu konuya ilerleyen bölümde değineceğiz.

Revizyonizm, yalnızca ideolojik bir sapma değil, aynı zamanda örgütsel bir sorundur. Parti içindeki dönemsel önderlik, programdan saparak kendi çizgisini öne çıkarırsa, mevcut kadrolar süreç içinde başkalaşır. Bu durum, kadroların parti programına olan bağlılığını zayıflatır ve partiyi kitlesel tabanından koparır. Demokratik merkeziyetçiliğin doğru bir şekilde uygulanmadığı durumlarda, eleştiriler yukarıya iletilemez ve kararlar tartışmaya kapalı hale gelir. Bu da partiyi içsel bir yozlaşmaya sürükler. Revizyonist çizgi, kendi çıkarlarını ön plana çıkarır; Parti’nin çıkarlarını değil!

Yeni kadro adaylarının seçimi de bu süreçlerden doğrudan etkilenir. Eğer parti, ideolojik bütünlüğünü kaybetmişse, kadrolar program çizgisinde değil, dönemsel önderlik çizgisinde örgütlenir. Bu durum, parti içi kariyerizmi teşvik eder ve kadro niteliğini düşürür. Programın kavranamaması, yeni kadro adaylarının yetiştirilmesini de imkânsız hale getirir.

Sonuç olarak:

Parti Programına Bağlılık: Parti programının canlı bir organizma haline getirilmesi, kadro sorunlarının çözümünde ilk adımdır. Kadroların ideolojik eğitimine ve programın sürekli uygulanabilirliğine önem verilmelidir.

Demokratik Merkeziyetçiliğin Güçlendirilmesi: Eleştiri ve tartışma mekanizmalarının işlevsel olması, parti içi yozlaşmanın önüne geçer. Demokratik merkeziyetçilik, yalnızca karar alma sürecinde değil, kadro politikasında da temel alınmalıdır.

Kitlelerle Bağın Güçlendirilmesi: Parti, halk kitlelerinden kopmamalı ve kadro politikalarını kitlelerin ihtiyaçlarına göre şekillendirmelidir. Kadro çalışması, kitlelerin katılımını sağlayacak bir çizgide yürütülmelidir. Parti kitlesinden kopan çalışma prensipleri terk edilmelidir.

Revizyonizme Karşı İdeolojik Mücadele: Revizyonizme karşı ideolojik bir hat oluşturmak, yalnızca geçmişteki revizyonist deneyimlerden ders çıkarmakla değil, bu dersleri bugünün mücadele koşullarına adapte etmekle mümkün olur. Komünist partiler; partiyi, parti kitlesine açmaktan korkmadığı anda mücadele başarıya yönelir. Şayet dönemsel önderlik ayak diretiyorsa, muhalefet bu notada baskıcı olmakla görevini yapmalıdır. Aksi taktirde tasfiye durdurulamaz.

Komünist partiler, kadro sorunlarını çözebilmek için yalnızca organizasyonel değil, ideolojik ve siyasi bir mücadele yürütmek zorundadır. Kadroların niteliğini artırmak, revizyonizme karşı ideolojik mücadeleyi sürdürmek ve parti programını canlı bir şekilde hayata geçirmek, partinin devrimci niteliğini korumasının temel koşullarıdır. Bu bağlamda şu alıntı ile bu bölümü bitirmek isteriz.

‘’Bir devrim, sorumsuz sloganlar haykırarak değil, gerçek bir devrimci çalışma gerçekleştirerek yapılır. Eğer herkes zafere ulaşılacak tek ve gerçek yolu anlasaydı, herkes coşkulu bir örgüt çalışmasını geliştirebilseydi, kavgayı yönetebilmek amacıyla her an kitlelerin duygularını tanımaya çalışarak halk mücadeleleri üzerinde yorulmadan ısrarla durulsaydı, ayaklanma ve zafer günü, genel olarak düşünüldüğünden çok daha yakın olurdu.  Alvaro Cunhal

KADRO SORUNUNA DOĞRU YAKLAŞIM: SONUÇ OLARAK

Komünist partinin karşı karşıya olduğu yapısal sorunlar, doğru müdahalelerle çözülebilir. Bu doğrultuda, öncelikli olarak parti kitlesi ile parti arasında güçlü bir bütünleşme sağlanmalı ve bu ilişkiyi derinleştirecek yöntemler benimsenmelidir. Demokratik merkeziyetçiliğin doğru bir şekilde işletilmesi, merkezi otoritenin, otokrasiye dönüşmesini ve parti yapısının bürokratikleşmesini engellemek için kritik öneme sahiptir. Bürokratikleşmiş önderliğe karşı, parti kitlesini doğrudan bu sorunların çözümüne dahil etmek ve partinin revizyonist tasfiyesine dur demek bir zorunluluktur.

Tarih, bize bu konuda örnek bir kılavuz sunmaktadır: Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD). BPKD, kitlelerin “kapitalist yolcuları” ve bürokratlaşmış unsurları devre dışı bırakmak için verdiği mücadelede önemli bir örnek teşkil etmektedir. Her ne kadar BPKD, tamamen başarılı olmuş bir süreç olarak değerlendirilemese de komünist partiyi yeniden devrimci çizgide ayağa kaldırma çabası, tarihte önemli bir yer tutar. Bu örnek, kitlelerin partiyi yalnızca gözlemleyen bir konumda değil, doğrudan bir mücadele öznesi olarak gördüğünde yaratıcı ve dönüştürücü bir güç olabileceğini göstermektedir.

Parti içinde mevcut sorunlar yalnızca dış müdahalelerle değil, içeriden gelişen bir ideolojik ve pratik mücadele ile aşılabilir. Günün koşullarını yakalayamayan, kitlelerin durum ve ihtiyaçlarını kavramayan, sürekli hata yapan, özeleştiriye rağmen kendisini geliştiremeyen, kızıl ve uzman kadro olma bilincinden uzaklaşarak bürokratik ve konformist bir anlayışı benimseyen kadrolar, ancak parti kitlesi tarafından tasfiye edilebilir. BPKD’nin temel hedeflerinden biri olan “kapitalist yolcuların” tasfiyesi, bürokratikleşmiş ve kitlelerden kopmuş kadroları da kapsayan bir mücadele pratiğiydi.

Ancak bu tür bir süreç kendiliğinden gelişmez. BPKD, Mao Zedong’un kitle çizgisine dayanan bir siyasal strateji olarak şekillenmiştir. Sovyetler Birliği’nde parti bürokrasisinin devrimci çizgiden sapmasının yarattığı sonuçlardan farklı olarak, BPKD, bu duruma karşı kitleleri harekete geçirmeyi amaçlamıştır. Komünist partinin bürokratikleşme eğilimi, her zaman sınıf mücadelesinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Kitlelerin gücüne güvenme bilincinin oluşmasını sağlamak önemlidir. Mao Zedong her zaman kitlelerde önceliği bu şekilde belirlemiştir.

Doğru bir adım atabilmek için zaman zaman geç kalınmış olabilir, ancak kitlelerde sosyalist bilinci uyandırmak ve örgütlemek her zaman bir görevdir. Bu görevde bürokrat ve revizyonist çizgiyle mücadele edilerek yerine getirilebilir. Partinin gerçek sahipleri olan kitleler, partiyi yönetme sorumluluğunu üstlendiklerinde, kadro sorununun çözümü de mümkün hale gelir. Bu süreçte tereddüt etmeyen bir önderlik, kadro sorununda başarıya ulaşacaktır.

Kavgayı yönetebilecek, kitlelerin duygularını anlayabilecek ve coşkuyla parti çizgisini örgütleyebilecek kadrolara ihtiyacımız vardır. Bunun için parti kitlesi ile partinin tam bir bütünleşmesi sağlanmalıdır. Eğer her çalışma bu temel üzerinde ele alınırsa, doğru bir kadro politikası başarıya ulaşabilir. Ancak, yukarıda belirtilen sorunları çözemeyen bir Komünist parti, mücadele içinde tasfiye riskiyle karşı karşıya kalabilir. “Şu dönemi atlatalım” ya da “birkaç hata önemli değil” gibi söylemler, mevcut sorunların çözümünü daha da geciktirir ve derinleştirir.

Sorunlara sünger çekmek doğru bir yaklaşım değildir ve asla olamaz. Bu nedenle, muhasebe yapmak ve sorunlara karşı net bir duruş sergilemek, mücadelede bir adım atmak anlamına gelir.

Bu bağlamda:

Kitlelere Güvenmek: Eleştirilere açık olmak ve tartışmalarda yanlış düşünceleri doğruya yönlendirmek, doğru bir tarzla yapıldığında sorunları çözmek için önemli bir adımdır. Kitlelerin eleştirilerini baskılayan anlayıştan sakınılmalıdır. Kitlelerin özellikle parti içi kitlesinin eleştirilerini baskılayan, kriminalize eden; parti kadroları, düşman unsuru tarz ve yöntem belirlemiştirler. Kitleleri baskılamak veya dışlamak ancak düşmanın yüzyıllar boyunca uyguladığı tarz ve yöntemdir. Bu tarzlara karşı müsamaha göstermemek gerçek bir komünist parti anlayışı olacaktır.

Disiplin ve Demokrasi: Parti içinde disiplin ve demokrasinin bir arada uygulanması, bu ikisinden asla taviz verilmemesi, sorunların aşılmasında belirleyicidir. Rapor sistemi ile işleyişin oturtulması bilinçli bir parti kitlesine vesile olur.

Yetersiz Kadroların Tasfiyesi: Kitleler tarafından kabul görmeyen, parti çizgisine uygun hareket etmeyen kadrolara müsamaha göstermemek ve bu unsurları parti saflarından çıkarmak, partiye zarar veren bürokratik unsurlardan arınmak için gereklidir. Komünist partiler bu bağlamda tereddüt etmemeliler. Ne yazık ki, eski tarz yaklaşım doğru bir kazanımı doğurmuyor. Yeni bir bilimsel yaklaşım ve yöntemde uygulanacak bir gelişim yakalanmalı. Demokratik merkeziyetçiliğin parti kadrolarına sağladığı konumu, kendi çıkarlarına şekillendiren bir tarz varsa, bunu yeni bir yöntem belirlemek önemlidir.

Eğer kadro yetersizliği bir sorun teşkil ediyorsa, kitlelere dayanma ve parti kitlesine partiyi açma cesareti gösterilmelidir. Bunu başarabilen bir önderlik, komünist çizgide bir parti yapısını koruyabilir ve geliştirebilir. Ancak bu şekilde hem iç sorunların üstesinden gelinerek hem de asıl düşmanla kararlı bir şekilde mücadele edilerek zafere giden yolda ilerlenebilir. Böylelikle tasfiye rüzgârları tersine çevrilebilir ve devrimci mücadele daha sağlam temellere oturtulabilir.

Bu yazı Maoist Pespektif dergisinden alınmıştır..

Scroll to Top