
Toprak hiçbir zaman bu kadar uzun süre soluğunu tutmamıştı Dersim dağlarında. Zamanın durduğu, dağların hıçkırdığı bir gün olarak hafızamızda yer aldı 17 Haziran 2005. Mercan’da yankılanan silah sesleri sadece bir çatışmanın değil; bir çağrının, bir geleneğin, bir ideolojik sürekliliğin son nefesle değil, sonsuzlukla buluştuğu andı. O gün toprağa düşen 17 yoldaş, birer gerilla, birer savaşçı değildi tek başına; onlar, Kaypakkaya’nın işkencehanelerde ördüğü direniş kültürünün çağdaş temsilcileri, komünist bir geleceğe adanmış ömürlerin yaşayan kanıtlarıydı.
Hayatlarını hapishane hücrelerinde, gerilla alanlarında, Dersim’in karlı dağ geçitlerinde ve halkın en yoksul mahallelerinde mücadeleyle yoğuran bu 17 yoldaş, tesadüfi bir karşılaşmanın değil; tarihsel bir çizginin bilinçli militanlarıydı. Onlar için yaşam, devrimin kolektif vicdanıydı; ölüm ise bir durak değil, yeni bir başlangıcın, sınırsız bir bağlılığın simgesiydi. Onlar, yaşamı uğruna ölebilecek kadar sevdiler; ölümü, yaşamı örgütlemenin bir biçimi olarak kucakladılar.
17’leri yalnızca silahlı bir direnişin militanları olarak okumak, onları anlamaya yetmez; ideolojik olarak yoğrulmuş, Marksist bir kavrayışla donanmış, halk savaşının teorisini pratiğe dönüştürmüş kadrolardı onlar. Onlar, Kaypakkaya’nın “Bir milim sapma, sınıfa ihanettir” sözünü yüreklerine nakşetmiş; sınıf mücadelesini, ulusal sorunu, devletin karakterini ve devrim stratejisini Kaypakkaya’nın diyalektik materyalist perspektifiyle ele almışlardı.
Mercan’da yitirilen sadece 17 can değil; düşmana karşı topyekûn bir direnişin ideolojik hedefleriydi. Çünkü bu yoldaşlar, tasfiyeci, uzlaşmacı, reformist anlayışların karşısında, devrimci çizgiyi savunmanın bedelini kanlarıyla ödemişti. Onların katledilişi yalnızca fiziksel imhaya değil; aynı zamanda devrimci iradeye, örgütsel sürekliliğe ve ideolojik netliğe yönelik bir saldırıydı.
Örgütsel ve Tarihsel Bir Kırılma
Mercan’da şehit düşen 17 yoldaşımız, parti içindeki komünist çizginin son kalesiydi. Onlar, fiziksel olduğu kadar ideolojik olarak da hedefe konuldular. Çünkü temsil ettikleri, savundukları ve yaşattıkları çizgi; partiyi, onun devrim stratejisini ve kadro anlayışını sınıf temelinde koruyordu. Ve bu çizgi, reformizmin, teslimiyetin ve kimlikçi bulanıklığın karşısında dimdik duruyordu.
Onların şehadetinden sonra bu çizginin fiziksel varlığı ortadan kaldırılmış oldu. Ve tasfiyeci eğilimler, partinin içinde ideolojik hegemonyasını kurmaya başladı. Komünist ideolojik önderliğin tasfiyesiyle birlikte, Kaypakkaya’nın sınıfa bağlı, devrimci şiddeti esas alan, halk savaşını temel alan çizgisi adım adım terk edildi. Parti; sınıf mücadelesi yerine kimlikçi temsillere, halk savaşı yerine “alan siyaseti”ne, devrimci strateji yerine uyum politikalarına yöneltildi.
Mercan, bu nedenle yalnızca bir çatışmanın değil; bir dönüm noktasının adıdır. 17’ler, tek başına devlete değil; aynı zamanda partide palazlanan revizyonizme karşı da son barikattı. Onların yokluğu hem örgütsel bir boşluk hem de ideolojik bir kırılma, stratejik bir yön değişimi doğurdu. Ve bugün, partinin uğradığı yönsüzlüğü, belirsizliği ve ideolojik bulanıklığı anlamak için Mercan’a bakmak yeterlidir.
Ama her yoldaş, düştüğü yerde bir çağrı bırakır ardında. 17’ler de devrimci çizginin yeniden inşasının, Marksist hattın yeniden diriltilmesinin çağrısını bırakmıştır. Onları anmak yalnızca duygusal bir bağlılık değil; aynı zamanda politik bir görev, devrimci bir sorumluluktur. Çünkü onların kanı sadece toprağa değil; geride kalan bizlere de düşmüştür. 17’ler, Mercan’dan geleceğe, devrimci çizginin sarsılmaz neferleriydiler.
17 yoldaş ölümsüzdür!
17’leri anmak, tasfiyeciliğe karşı ideolojik savaşı büyütmektir!
Devrim Şehitleri Ölümsüzdür
Maoist Perspektif