MEŞALENİN SÖNMEYEN ALEVİ

İbrahim Kaypakkaya’nın, dönemin revizyonist yaklaşımlarına ve tasfiyeci eğilimlerine karşı geliştirdiği radikal kopuş, yeniden inşa sürecinin önemli bir örneğidir. Kaypakkaya, yalnızca teoride değil; aynı zamanda pratikte, halkın devrimci potansiyeline inanarak bu yeniden doğuşun bir öncüsü olmuştur.

Gecenin koynunda saklanan sessizlik, tarihin her dönüm noktasında yankılanan bir çığlıkla parçalanır. Bu çığlık, ezilenlerin isyanından doğan, susturulamaz bir haykırışın simgesidir. Her devrimci hareket, bu çığlığı taşıyan bir meşaledir; karanlığı yararak ilerleyen, ışığını korumak için mücadele eden bir alevdir. Ancak meşale yalnızca bir kez tutuşmaz; her el değiştirişinde, her nesilden nesile aktarıldığında, yeniden yanmak, yeniden güçlenmek zorundadır.

Devrimci süreklilik ne yalnızca bir fikir ne de yalnızca bir eylemdir. O, her ikisinin ötesinde, geçmişin tecrübeleriyle geleceğin umutlarını bir araya getiren bir zincirdir. Bu zincir, yalnızca sağlam halkalarla ilerleyebilir; fakat tasfiyecilik rüzgârları, bu halkaları kırmaya, bu zinciri parçalamaya çalışır. Fakat bilinmelidir ki: bir devrim, fırtınalar karşısında eğilip bükülebilir, ama asla köklerinden kopmaz.

Bugün, tarihin derinliklerinden günümüze kadar uzanan bu mücadeleyi anlamak, sürekliliğin yollarını aramak zorundayız. Çünkü bu ateş yalnızca bizim değil, tüm insanlığın ortak mirasıdır.

 Fırtınaya Karşı Meşaleyi Korumak

Her devrimci hareket, yolculuğuna karanlığın en derin olduğu bir anda başlar. Fakat o karanlık, yalnızca bir engel değil, aynı zamanda meşalenin ışığını en görünür kılan koşuldur. Bir kıvılcımdan doğan ışık, büyüyerek hem yönünü arayanları aydınlatır hem de düşmanı kendine çeker. İşte bu yüzden devrim, yalnızca bir fikir savaşı değil; aynı zamanda bu ışığı koruma ve büyütme mücadelesidir.

Tarih, fırtınanın en şiddetli anlarında dahi meşaleyi bırakmayan ellerin hikâyeleriyle doludur. Paris Komünü’nün kahramanları, ışıklarını her an kaybetme tehlikesine rağmen, geleceği aydınlatacak bir ateşi yaktılar. Aynı şekilde, Çin Devrimi’nde Kızıl Ordu’nun uzun yürüyüşü, yalnızca fiziki bir yolculuk değil, ideolojik ve manevi bir sürekliliğin ifadesiydi. Bu örnekler, devrimci sürekliliğin yalnızca bir nesille sınırlı olmadığını, aksine onu taşıyanların iradesiyle nesilden nesile aktarılan bir güç olduğunu gösterir.

Ancak meşaleyi korumak, yalnızca fiziksel bir mücadeleyle sınırlı değildir. Asıl tehlike, devrimci hareketlerin içinden gelen, sinsice yayılan bir tehdittir: tasfiyecilik. Bu, hareketin ilkelerinden kopmasına, amaçlarını bulanıklaştırmasına ve düşmanla uzlaşmasına yol açan bir zehirdir. Tasfiyecilik, devrimci örgütlerin köklerini kurutmaya çalışan bir kurt gibidir; fark edilmesi zor, ama etkisi yıkıcıdır.

Peki, bir meşale bu fırtınalara nasıl dayanır? Onu korumanın yolu, yalnızca taşıyıcının elinde değildir. Meşale, taşıyanların kolektif bilinci, ideolojik berraklığı ve halkla kurduğu bağlar sayesinde söndürülemez hale gelir. Tarih, bu bağı koparmaya çalışan tasfiyeci rüzgârların devrimci mücadeleyi nasıl tehdit ettiğini defalarca göstermiştir. Fakat aynı tarih, bu tehditlere karşı mücadele eden, devrimin sürekliliğini koruyan kahramanların zaferleriyle de yazılmıştır.

Bir ağaç ne kadar sağlam köklere sahipse, fırtınalar karşısında o kadar dayanıklıdır. Devrimci süreklilik de işte bu köklere, yani ideolojik netliğe, halkla organik bağlara ve devrimci disiplini koruma iradesine bağlıdır. Bu kökler, her saldırıya, her tasfiyeci tehdide rağmen meşaleyi ayakta tutar. Çünkü devrim, yalnızca bugünün mücadelesi değil; geçmişin derslerini ve geleceğin umutlarını birleştiren bir zincirdir.

Fırtınalar, yalnızca dışarıdan gelmez. Çoğu zaman, devrimci saflar içinde esen sinsi bir rüzgâr, meşalenin alevini söndürmeye çalışan en tehlikeli tehdittir. Bu rüzgârın adı tasfiyeciliktir. Görünürde masum bir öneri, “pragmatizm” adına yapılan bir geri adım ya da “güncel şartlara uyum” maskesi altında gelişen bir sapma olarak ortaya çıkar. Ancak gerçekte, tasfiyecilik devrimci hareketin ruhunu, köklerini ve geleceğini çürüten bir kanserdir.

Tasfiyecilik, tarihi boyunca farklı kılıklara bürünmüştür. Paris Komünü’nün yenilgisinden sonra ortaya çıkan reformist eğilimler, komünizmin radikal çizgisini törpülemeye çalıştı. Rusya’da Menşeviklerin legalizme ve burjuva uzlaşmacılığına saplanarak devrimi baltalama çabaları, tasfiyeciliğin devrimci mücadelede ne denli büyük bir tehlike olduğunu ortaya koydu. Türkiye’de ise bu rüzgâr, devrimci örgütlerin burjuva ideolojisine teslim olmasına, halka yabancılaşmasına ve sınıf mücadelesinin devrimci çizgiden saptırılmasına yol açtı.

Tasfiyeciliğin en büyük gücü, devrimcilerin umutlarını kırabilme kabiliyetinde saklıdır. Tasfiyeciler, “devrim artık mümkün değil,” der. “Mücadeleyi farklı yollardan sürdürmeliyiz,” diyerek devrimci disiplini gevşetir, ideolojik netliği bulandırır. Oysaki bu söylemler, düşmanın ideolojik zaferini ilan etmekten başka bir şey değildir. Marksist-Leninist-Maoist çizgi, tam da bu nedenle tasfiyeciliği bir mücadele alanı olarak görmüş ve ona karşı net bir tutum almayı zorunlu kılmıştır.

Peki, bu rüzgâra karşı nasıl direnilir? Devrimci hareketler, tasfiyeciliğin sinsi etkilerine karşı kendilerini yalnızca güçlü bir ideolojik savunma ile koruyabilir. Bu savunmanın üç temel ayağı vardır:

  1. İdeolojik Berraklık: Tasfiyecilik, ideolojik bulanıklığın içinde hayat bulur. Bir devrimci örgüt, kendi ilkelerinden, hedeflerinden ve analizlerinden saparsa, tasfiyecilik için uygun bir zemin yaratır. İdeolojik berraklık, devrimci hareketin rehberi olan Marksizm-Leninizm-Maoizm’e sıkı sıkıya bağlı kalmakla sağlanır.
  2. Örgütsel Disiplin: Tasfiyecilik, bireycilik ve disiplinsizlikle beslendiği için, kolektif disiplin her zaman ön planda tutulmalıdır. Örgüt içindeki her birey, hareketin genel çizgisine bağlı kalmalı ve kendi bireysel çıkarlarını ya da kaygılarını kolektif iradeye tabi kılmalıdır.
  3. Halkla Bağların Güçlendirilmesi: Devrimci hareketin en güçlü kalesi, halkın gönlünde kurduğu yerdir. Tasfiyeciliğin en büyük etkisi, devrimci örgütleri halktan kopararak izole etmektir. Oysa devrimci sürekliliğin temeli, halkın mücadelede aktif bir özne haline getirilmesiyle sağlanır.

Tarih boyunca, tasfiyeciliğe karşı verilen mücadele, devrimci sürekliliğin nasıl korunduğuna dair değerli dersler sunmuştur. Çin’de Mao Zedung’un revizyonizme karşı verdiği savaş, yalnızca devrimci bir liderin başarısı değil; aynı zamanda bir hareketin kendi içindeki tasfiyeci eğilimlere karşı direnişinin bir örneğiydi.

Tasfiyecilik, yalnızca bir ideolojik sapma değil; bir hareketin kendisini tasfiye etmesinin başlangıcıdır. Ancak bu rüzgârın etkisi ne kadar güçlü olursa olsun, devrimci kararlılık ve kolektif bilinçle aşılamayacak bir engel değildir. Çünkü bir fırtına ne kadar kuvvetli eserse essin, meşaleyi söndürmek için bir boşluk bulamazsa sonunda kendi içinde dağılır.

Devrimci Sürekliliğin Anahtarları

Bir hareketin sürekliliği, yalnızca ideolojik doğruluğuna ya da halkla bağlarına dayanmaz. Bu süreklilik, aynı zamanda her nesilde yeniden doğan bir inanç, yeniden inşa edilen bir bilinç ve kuşaktan kuşağa devredilen bir sorumluluk zinciridir. Meşale yalnızca taşınmaz; aynı zamanda ateşini büyütecek, onu yeni ufuklara taşıyacak ellere teslim edilmelidir. Devrimci sürekliliğin özü, bu aktarımla şekillenir.

Devrimci süreklilik, köklerini ideolojik netlikten ve kararlı örgütsel disiplinden alır. Ancak bu iki unsur, kendi başına yeterli değildir. Süreklilik, aynı zamanda mücadeleyi halkla bütünleştirme, kadroların yetiştirilmesi ve devrimci değerlerin kuşaklar boyunca korunmasıyla sağlanır. Bu üç temel öğe, bir arada işlediğinde devrim, yalnızca bir kuşağın mücadelesi değil; geçmişin mirasını geleceğe taşıyan bir zincir haline gelir.

1- Kadroların Eğitimi ve Sürekliliğin Garantisini Sağlamak

Devrimci kadrolar, sürekliliğin omurgasıdır. Bir kadro, yalnızca ideolojik doğruluğu bilen biri değil; aynı zamanda halkın içinde yaşayan, onun sorunlarına dokunan, pratikle teoriyi birleştirebilen bir öncüdür. Kadro eğitimi, devrimci süreklilik için hayati önemdedir. Çünkü her kadro, meşalenin bir taşıyıcısıdır; onu daha da büyütecek olan gücün temsilcisidir. Kadroların eğitimi, yalnızca teorik bilgiyle sınırlı kalmamalıdır. Bir kadro, halkın içinde pişmeli, onun dilini konuşmalı ve mücadelenin zorlukları karşısında irade göstermelidir.

Marksist-Leninist-Maoist hareketlerin tarihinde, İbrahim Kaypakkaya’nın kadro yetiştirme anlayışı bu konuda önemli bir örnektir. Kaypakkaya, kadroların yalnızca teoride değil, pratikte de halkın sorunlarına çözüm üretebilecek bir donanıma sahip olması gerektiğini vurgulamıştır. Bu anlayış, kadroların sürekliliği sağlayan en önemli unsur olduğunu göstermektedir.

2- Halkla Organik Bağlar Kurmak

Bir devrimci hareketin sürekliliği, halktan kopmamasıyla mümkündür. Halk kitleleri devrimin öznesidirler. Bu bağlamda, devrimci hareketlerin halkla organik bir bağ kurması ve bu bağı sürekli olarak güçlendirmesi gerekir.

Devrimci bir örgüt, halkın içinde var olur ve onun mücadelelerini kendi mücadelesi haline getirir. Halktan kopmuş bir hareket, yalnızca zayıflamakla kalmaz; aynı zamanda kendi devrimci karakterini yitirir. Mao Zedung’un “Halkın içinde yüzmek” metaforu, devrimci süreklilik için hayati bir öneme sahiptir. Halkın mücadeleleriyle bütünleşen bir hareket, tasfiyeci eğilimlere karşı direnç kazanır ve sürekliliğini sağlamlaştırır.

3- Devrimci Değerlerin Kuşaklar Boyunca Aktarılması

Devrim, yalnızca bugünün sorunu değildir; aynı zamanda geleceğe bırakılan bir mirastır. Bu miras, yalnızca eylemlerle değil; aynı zamanda yazılan, konuşulan ve öğretilen değerlerle aktarılır. Tarih, devrimci değerlerin unutulmasıyla çöken hareketlerin örnekleriyle doludur. Bu nedenle, devrimci değerlerin ve ilkelerin kuşaklar boyunca aktarılması, sürekliliğin garantisidir.

Devrimci liderlerin öğretileri, bir hareketin hafızasını oluşturur. Bu hafıza, yalnızca bir geçmişin anlatısı değil; aynı zamanda geleceğin inşası için bir rehberdir. Kaypakkaya, Mao ve Lenin gibi liderlerin yazıları ve öğretileri, her dönemde devrimci hareketler için bir pusula işlevi görmüştür. Bu öğretiler, yalnızca ideolojik bir rehber değil; aynı zamanda devrimci sürekliliğin taşıyıcılarıdır.

Her devrimci hareketin kaderi, tarih boyunca sert rüzgârlara, amansız fırtınalara karşı ayakta kalmaya bağlıdır. Ancak bu fırtınalar yalnızca dışarıdan gelmez; bazen içerden kopar ve taşıyıcıların iradesini sınar. Devrimci sürekliliğin özü, bu sınavlardan sağ çıkma, fırtınayı aşarak meşalenin alevini daha da güçlü bir şekilde yakma sanatıdır.

Tarih, bu zorlu mücadelelerin hikâyeleriyle doludur. Fırtınanın en çetin anlarında devrimci hareketlerin direnişi, yalnızca bir ideolojik duruş değil, aynı zamanda insan ruhunun kararlılığına dair eşsiz bir hikâye olarak şekillenir. Bir dağın zirvesine ulaşmaya çalışan bir yolcunun adımları gibi, devrimci hareket de her adımda yeni zorluklarla karşılaşır. Ancak o zirveye ulaşmanın yolu, yalnızca güçle değil, aynı zamanda inançla mümkündür.

Devrimci sürekliliğin önündeki en büyük tehditlerden biri, ideolojik bulanıklığın yol açtığı zayıflıklardır. Tasfiyecilik, bu bulanıklığın içinden beslenir ve hareketin ruhunu zayıflatır. Ancak ideolojik berraklık, bir hareketin ruhunu yeniden canlandıran, onu geleceğe taşıyan anahtardır. Lenin, “Doğru bir teori olmadan doğru bir hareket olmaz,” derken, ideolojinin bir hareketin rehberi olduğunu vurgulamıştır.

Bugün, devrimci hareketlerin sürekliliği için yapılması gereken en önemli şeylerden biri, ideolojik netliği korumaktır. Çünkü her fırtına, ideolojiyi bir pusula gibi kullanan hareketler için aşılabilir bir sınavdır. Mao’nun dediği gibi, “Bir kıvılcım tüm bozkırı tutuşturabilir.” Ancak bu kıvılcım, yalnızca ideolojik berraklığa sahip bir hareketin ellerinde büyüyebilir.

Devrimci süreklilik, yalnızca ideolojik bir duruş değil; aynı zamanda pratik bir mücadeledir. Bu mücadele, halkın taleplerini anlamaktan, onların sorunlarına çözüm üretmekten ve kolektif bir irade yaratmaktan geçer. Fırtına ne kadar şiddetli olursa olsun, halkla kurulan organik bağlar, devrimci hareketin köklerini güçlendirir.

Türkiye’de Mahir Çayan’ın ve İbrahim Kaypakkaya’nın pratikte halkla bütünleşme çabaları, devrimci sürekliliğin nasıl inşa edileceğine dair önemli bir ders sunar. Onlar, yalnızca teoride değil; halkın içinde, onların sorunlarına doğrudan dokunarak mücadele ettiler. Bu pratik, yalnızca devrimci bir yöntem değil; aynı zamanda sürekliliğin garantisidir.

Her devrimci hareketin bir meşalesi vardır. Bu meşale, yalnızca bir fikir ya da bir ideoloji değildir; aynı zamanda bir ruh, bir inanç, bir mücadele hikâyesidir. Bu meşale, fırtınalar ne kadar şiddetli olursa olsun, onu taşıyan ellerin iradesiyle yanmaya devam eder.

Devrimci süreklilik, bir ideolojik netlik, pratik mücadele ve halkla bütünleşme meselesi olduğu kadar, aynı zamanda bir umut meselesidir. Meşaleyi taşıyanlar, yalnızca bugünün karanlığını aşmakla kalmaz; aynı zamanda geleceğin aydınlığını da kurarlar. Çünkü meşale, yalnızca bir neslin değil; tüm insanlığın umudu olan bir ateştir.

Küllerinden Doğan Ateş

Her devrimci hareket, bazen düşer, parçalanır, dağılır gibi görünür. Ama tarih, devrimin asla bütünüyle sönmediğini, her düşüşün bir yeniden doğuşun habercisi olduğunu göstermiştir. Fırtınalar, devrimci hareketin sadece sınandığı değil; aynı zamanda güçlendiği, çelişkilerden öğrenerek yeniden ayağa kalktığı anlar olarak şekillenir. Bu yeniden doğuş, yalnızca örgütlerin değil, aynı zamanda ideolojinin, halkın ve kadroların mücadelesine duyduğu inancın bir ürünüdür.

Tarihin devrimci hareketlere dayattığı her yenilgi, beraberinde büyük çelişkiler ve dersler getirir. Bu çelişkiler, bir hareketin kendi içine dönüp eksiklerini sorgulamasına, ideolojik saflığını yeniden gözden geçirmesine neden olur. Çelişkiler, bir yandan tasfiyeci eğilimlerin fırsatlarını çoğaltırken; diğer yandan doğru bir çözümle devrimci hareketi yeniden inşa etme imkânını da beraberinde getirir.

Komintern’in çözülmesi, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve devrimci hareketlerin dünya genelindeki parçalanmaları, devrimci süreklilik açısından sert sınavlar oldu. Ancak bu yenilgilerin ardından, halk mücadeleleri ve devrimci irade, yeniden alevlenerek farklı coğrafyalarda meşaleyi elden ele taşıdı. Çünkü tarih, yalnızca egemenlerin değil; ezilenlerin de izlerini taşır ve bu izler, doğru bir kavrayışla devrimci hareketin yeniden yükselmesini sağlar.

Yeniden Doğuşun Anahtarı: Öz Eleştiri ve Yeniden İnşa

Devrimci süreklilik, yalnızca geçmişe tutunmakla değil; geçmişten öğrenerek geleceği yeniden inşa etmekle mümkündür. Marksist-Leninist-Maoist anlayış, öz eleştiriyi bir zorunluluk olarak görür. Çünkü her devrimci hareket, kendi hatalarını ve zaaflarını fark ettiğinde güçlenir. Mao Zedung’un ifade ettiği gibi, “Her yanlış bir öğretmendir; ancak bu öğretmenden öğrenmek için cesur olmalıyız.”

Türkiye’de İbrahim Kaypakkaya’nın dönemin revizyonist yaklaşımlarına ve tasfiyeci eğilimlerine karşı geliştirdiği radikal kopuş, yeniden inşa sürecinin önemli bir örneğidir. Kaypakkaya, yalnızca teoride değil; aynı zamanda pratikte, halkın devrimci potansiyeline inanarak bu yeniden doğuşun bir öncüsü olmuştur.

Devrimci hareketler için asıl mesele, küller arasında saklı kalan ateşi bulmak ve onu yeniden alevlendirmektir. Bu ateşi beslemek, yalnızca ideolojik bir sorumluluk değil; aynı zamanda halkın içinde bir mücadele ruhu yaratma çabasıdır. Tarih, bu ateşi besleyenlerin hikâyeleriyle doludur. Vietnam’da Ho Chi Minh’in, Küba’da Fidel Castro’nun ve Çin’de Mao’nun önderlik ettiği mücadeleler, küller arasında nasıl bir devrim ateşi yakılacağının örnekleridir.

Türkiye devrimci hareketi, bu anlamda hâlâ küllerini karıştıran bir mücadele içindedir. Tasfiyeciliğe karşı verilecek her ideolojik ve pratik savaş, bu hareketin yeniden doğuşunun anahtarıdır. Devrimci süreklilik, yalnızca bir hareketin değil; aynı zamanda bir halkın, bir coğrafyanın kaderini değiştirecek güce sahiptir.

Bir İdeolojik Miras Olarak Süreklilik

Küllerden doğan her ateş, yalnızca bugün değil; geleceğe de ışık tutan bir mirastır. Devrimci hareketlerin sürekliliği, kuşaklar boyunca aktarılan ideolojik bir meşale olarak halkın bilincine kazınır. Bu miras, yalnızca anılarla ya da sloganlarla değil; mücadeleyle, kararlılıkla ve geleceği kurma iradesiyle canlı tutulur.

Devrimci liderlerin yazıları, sözleri ve eylemleri, bu mirasın en değerli unsurlarıdır. İbrahim Kaypakkaya’nın Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısına dair derin analizleri, Mao Zedung’un halk savaşı stratejisi, Lenin’in örgütlenme üzerine geliştirdiği teoriler, sadece birer ideolojik metin değil; aynı zamanda mücadeleye ışık tutan rehberlerdir. Bu rehberler, devrimci sürekliliğin karanlık anlarda bile yolunu kaybetmemesini sağlar.

Her devrimci hareketin sorumluluğu, kendi neslinin mücadelesini tamamlamak ve bu mücadeleyi geleceğe taşıyacak bir zemin inşa etmektir. Ateşi gelecek kuşaklara devretmek, yalnızca devrimci bir görev değil; aynı zamanda tarihsel bir zorunluluktur. Çünkü devrim, asla tek bir kuşağın eylemiyle sınırlı kalmaz. Her yeni kuşak, meşaleyi devralırken onu daha da güçlendirmekle yükümlüdür.

Bu bağlamda, devrimci süreklilik yalnızca örgütsel bir mesele değil; aynı zamanda ahlaki bir sorumluluktur. Halkın mücadelelerine bağlı kalmak, devrimci değerlere sadık olmak ve geleceğin inşasına dair bir vizyon geliştirmek, devrimci hareketlerin sürekliliğini garanti altına alır.

Savaş Ağaları, Şefçilik ve Devrimcilerin Ateşi Koruma Kararlılığı

Devrimci örgütlerin en büyük sınavlarından biri, savaş ağalığı ve şefçilik eğilimlerinin örgüt saflarında kök salmasıdır. Şefçi ve kariyerist kliklerin, devrimci ilkeleri hiçe sayarak örgütü bireysel çıkarlarına göre şekillendirme çabaları, yalnızca örgütün ideolojik çizgisini zayıflatmakla kalmaz, aynı zamanda gerçek devrimcileri tasfiye ederek mücadele alanlarını daraltır. Ancak tarih, böyle anlarda bile devrimci ateşi söndürmeyen, meşaleyi taşıyan kadroların direnişiyle yazılmıştır.

Şefçi klikler, örgütün kolektif karar alma mekanizmalarını etkisizleştirip, kendi kontrol alanlarını genişletmek için en önce devrimci kadroları hedef alır. Bu süreçte devrimci mücadeleye sadık olanlar, örgütten dışlanır ya da etkisiz hale getirilir. Bu kadroların örgüt içindeki yerini, yalnızca klik liderine bağlı, halk mücadelesine yabancı, disiplin ve sorumluluk bilincinden uzak bireyler alır. Bu durum, örgütün halktan kopmasına ve ideolojik anlamda yozlaşmasına neden olur.

Ancak tarih, mücadele alanlarını daraltmaya çalışan bu tür kliklere karşı, örgütten tasfiye edilen devrimcilerin kararlılığıyla doludur. Şefçi klikler tarafından örgütten dışlanan devrimciler, mücadeleden vazgeçmek yerine, halkın taleplerini ve devrimci ilkeleri sahiplenerek yeni alanlarda örgütlenmeye devam etmişlerdir. Çünkü devrim, örgütün fiziksel varlığına değil; onun temsil ettiği ideallere ve halka olan bağlılığına dayanır.

Örgütten dışlanan devrimcilerin karşılaştığı en büyük zorluk, yalnızlaşma ve mücadele alanlarının daralmasıdır. Ancak bu koşullarda bile devrimciler, meşaleyi taşıma kararlılığını gösterir. Bu durum, yalnızca bir bireysel cesaret meselesi değil; aynı zamanda devrimci bir zorunluluktur. Mao Zedung’un dediği gibi, “Bir kıvılcım, büyük bir yangını başlatabilir.” Devrimci ateşi korumak, bu kıvılcımı taşımakla mümkündür.

Şefçi kliklerin örgütü kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirdiği ve ideolojik yozlaşmanın hâkim olduğu anlarda, devrimcilerin mücadelesine devam etmesi, yalnızca meşru bir hak değil; tarihsel bir görevdir. Çünkü halkın çıkarlarını savunan gerçek bir devrimci hareket, yalnızca mevcut örgütle sınırlı değildir. Bu, halkın özgürlük mücadelesinin devamlılığını sağlayan bir idealler bütünüdür.

Devrimci mücadelede tasfiye edilen kadroların başarısındaki en kritik unsur, birlikte hareket etme kararlılığıdır. Şefçi kliklerin yalnızlaştırma politikalarına rağmen, devrimcilerin kolektif bir ruhla mücadeleye devam etmesi, bu tür tasfiyelerin etkisini kırabilir. Bu noktada devrimciler, örgütün yozlaşmış kadrolarına karşı ideolojik saflıklarını koruyarak, yeni mücadele alanları inşa edebilirler.

Lenin’in örgüt teorisi, devrimci mücadelenin yalnızca bir örgütün fiziksel varlığıyla sınırlı olmadığını; ideolojik bağlılık, kolektif irade ve halkla kurulan organik bağlarla sürdürüldüğünü vurgular. Bu bağlamda, yozlaşmış bir örgütte devrimci mücadeleyi sürdürmek mümkün olmadığında, devrimcilerin kendi alternatif örgütlenmelerini inşa etmesi, halkın mücadelesine olan sadakatin bir göstergesidir.

Yozlaşmaya Karşı Direnişin Meşruiyeti

Şefçi kliklerin örgütü ele geçirdiği durumlarda, bu kliklere boyun eğmeyerek devrimci ilkeleri koruma mücadelesi vermek, yalnızca ahlaki değil; aynı zamanda tarihsel bir zorunluluktur. Bu tür durumlarda, örgüt saflarından tasfiye edilen devrimciler, halkın çıkarlarını ve devrimci idealleri koruma adına yeni bir mücadele hattı inşa etme meşruiyetine sahiptir.

Mao’nun sözleriyle, “Adaletsizlik karşısında sessiz kalmak, adaletsizliğe ortak olmaktır.” Bu nedenle, yozlaşmış kadrolara karşı mücadele etmek, yalnızca devrimci hareketin sürekliliğini sağlamak için değil; aynı zamanda halkın devrimci mücadeleye olan inancını korumak için de gereklidir.

Şefçi kliklerin ve kariyerist kadroların baskısına rağmen devrimci ateşi taşımak, tarih boyunca halkın özgürlük mücadelesinin en güçlü silahı olmuştur. Bu ateşi korumak, yalnızca bireysel bir cesaret meselesi değil; halkın adalet ve eşitlik özlemini geleceğe taşıma sorumluluğudur. Devrimci mücadele, yalnızca bir kuşağın değil; tüm insanlığın kurtuluş mücadelesidir.

Meşale Hiç Sönmez!

Devrimci mücadele, yalnızca bugünü anlamak ya da geçmişin hatalarını düzeltmek için değil; geleceği kurmak için verilen bir savaştır. Bu savaş, yeri geldiğinde acıyla, yeri geldiğinde zaferle örülür. Ama en önemlisi, bu savaş süreklidir. Fırtınalar ne kadar güçlü, karanlık ne kadar yoğun olursa olsun, devrimci irade meşalesini taşımaya devam eder. Çünkü o meşale, yalnızca bir ideoloji ya da örgüt değil; bir halkın özgürlük ve adalet arzusunun simgesidir.

Devrimci sürekliliği sağlamak, geçmişin hatalarından ders almak, bugünü anlamak ve geleceğe dair bir vizyon geliştirmekle mümkündür. Her kuşak, kendi döneminin mücadele koşullarına göre hareket eder; ancak devrimci ideoloji, halkın iradesiyle birleştiğinde bu mücadeleler bir zincir gibi birbirine bağlanır. Bu zincir kopmaz, çünkü halkın özlemleri ve devrimcilerin inancı, tarihin en karanlık anlarında bile ateşi diri tutar.

Tasfiyecilik, devrimci hareketin önündeki en büyük tehditlerden biridir. Ancak bu tehdit, ideolojik berraklık, halkla kurulan sağlam bağlar ve kolektif iradeyle aşılabilir. Marksist-Leninist-Maoist teori ve pratik, bu mücadelelerin rehberi olmayı sürdürmektedir. İbrahim Kaypakkaya’nın çizgisi, bu bağlamda yalnızca Türkiye devrimci hareketi için değil; dünya devrimci hareketi için de önemli bir örnektir.

Devrimci süreklilik, sadece bir mücadele biçimi değil; bir yaşam biçimidir. Bu yaşam, adanmışlık, inanç ve kararlılıkla şekillenir. Tarihin her döneminde, meşaleyi taşıyanların cesareti ve fedakârlığı, yeni nesillere ilham kaynağı olmuştur. Bugün bizim görevimiz, bu meşaleyi daha da güçlendirerek geleceğe taşımaktır.

Çünkü meşale, yalnızca taşıyıcılarının ellerinde değil; halkın kalbinde yanar. Ve bu ateş, ne kadar sert rüzgârlarla karşılaşırsa karşılaşsın, sönmez. Her yeni fırtına, devrimci hareketin ateşini yeniden harlayan bir sınavdır. Meşaleyi elden ele taşımak, bu sınavı geçmenin, halkın özgürlük mücadelesine sadık kalmanın bir yoludur.

Unutulmamalıdır ki, devrimci hareketler ne kadar zorlu bir yolda yürürse yürüsün, bu yolun sonunda mutlaka bir ışık vardır. Çünkü devrim, yalnızca bugünün değil; yarının da umududur. Ve bu umut, bir gün mutlaka zaferle taçlanacaktır.

Bu yazı ilk Maoist Perspektif dergisinde yayınlanmıştır.


Scroll to Top