TATSIZ ÇORBANIN KAŞIKÇISI OLMADIK OLMAYACAĞIZ…

Yazan: Pavel Korçagin

Halkın Günlüğü gazetesinde nereden çıktığı belli olmayan ve gerçek anlamda şaibeli olan ve dahası zamanlaması bizler açısından da manidar olan Maoist birlik ile ilgili açıklama yaparken birkaç paragraf sonra Maoist birlik değil sadece Maoist ifadesini kullanarak Samanyolu TV misali subliminal mesaj veren kısımları art niyetle kaleme alınmıştır, bilinçlidir...

Son zamanlarda internet üzerinden bazı kurumlar birbirini itham eden kimi açıklamalar yaptılar. Söz ve ses savaşı olarak yorumlana bilecek bu süreç hala devam ediyor- aktüelliğini koruyor. Son açıklama, altında SB imzalı olarak düştü ilgili siteye. Ki akabinde benzeri bir açıklama da Halkın Günlüğü gazetesinde yayınlandı. (Haziran sayısı başlık Çok yönlü saldırılara karşı mücadelede öncünün görevi!)

SB imzalı açıklamanın ilginç bir yerde durduğunu belirtmekle işe başlamak yerinde olacaktır. Fakat ne yazık ki, bu açıklamaya en iyi cevabı psikolog ya da psikiyatristlerin vereceğini- vermesi gerektiğini düşünerek ve dahi bu bilimin alanına girmeden bir değerlendirme yapmak zorunda olduğumuzu bilmemiz gerekiyor. Çok açık konuşmak gerekirse vakti zamanında Mao ya da Marks’tan alıntılar yaparak, neden sonuç ilişkisi üzerinden adaletini tesis eden bir geleneğin en üst organı olan Siyasi Büronun bugün ‘’kurtlar vadisi’’ ya da ‘’Adana sıfır bir’’ gibi dizilerin senaryosundan fırlamışçasına alıntılar yaparak resmî açıklama yapması bizler açısından eleştiri konusudur sadece; gerisi de muhataplarını ilgilendirir. Dil ve üslup insanın günlük olarak giydiği bir kıyafet değildir/biçim hiç değildir. İnsanın dili insanın özüdür. Böyle olmak zorundadır! Dahası yapılan açıklama bir öfke nöbeti ya da anlık sinirle yapılmış bir açıklama değil; bilinçli bir tercihtir! Açıklamayı yapan organın özüdür. Ve bu geleneğin tarihinde böyle bir açıklama daha yoktur. Eh bize ilkleri yaşatacağını söylemişti bu önderlik. Bu açıklamayı da bir ilk olarak yorumluyoruz. En fazla kalemin sahibine işi zirvede bırakmasını önerebiliriz, o kadar. Zira bu çıtayı bundan sonra hiç kimse bu kadar yükseğe koyamaz diyerek işi erbaplarına yani psikologlara bırakıp birkaç cümleyle bizde meramımızı anlatalım. 

Öncelikle yazının kime yazıldığı, bu düşmanın tam olarak nerede ve kim olduğu, hangi cepheden nasıl saldırdığı belli değil. Ne ismi var ne cismi! Maoist birlik, öncü partizan, devrimci demokrasi, bir kitap yazarı, provokatör çeteler, vatan emniyeti, beyaz muhafızlar, ajanlar, ailesinin acısını kullanan bir şehit yakını gibi Hindistan sokak yemeklerini aratmayan, hatta onlara tur bindiren bu acısı bol, tuzsuz çorbanın kaşıkçısı olmadık, kimsenin de olmasından yana değiliz. Ancak bu çorbanın aşçısını tüm bu baharatlara ulaşmak için sabaha kadar vatan emniyetiyle vermiş olduğu internet-hacker savaşından dolayı ve bu savaştan zaferle çıkmasını kutluyor, devrimci duygularla selamlıyoruz. Dürüst olmak gerekirse açıklamanın tek takdiri hak eden yanı bu savaş durumudur. Umarız tez zamanda bu savaşta düşmanın kaç tane klavyesinin devre dışı bırakıldığı, kaç tane hard diskinin imha edildiğine dair daha detaylı bir açıklama yapılır. Çıplak olan krala zoraki don biçme halinin geleceği nokta buradan daha öteye gidemez dediğimiz her noktada, çıtayı daha yukarı koyan başka bir pratikle karşılaşmanın utangaç şaşkınlığı dışında bir duygu uyandırmadı mevcut açıklama bizlerde. Ama insan yine de merak ediyor; kapitalizm ile bu kadar barışık yaşayıp bu kadar düşman edinmeyi nasıl başarabilir bir anlayış! 

Aslında gerek ilgili açıklamada ve gerekse günlük pratikte dillerine pelesenk olan “düşman bize saldırıyor” tezini deşifre etmek bir görev olarak duruyor önümüzde. Bu durum aslında biraz da Ziya’nın Amerika da çakı ile aslan öldürmesine benziyor. Tabi Ziya oldukça masum ve sempatikti ama bu anlayış değil! 

Önce şuradan başlayalım, düşman kime denir ve düşman kime saldırır? Mesela eleştiri yürüten, sorgulayan, yanlış karşısında tavır takınan, geri ve çürümüş olanla uzlaşmayana siz düşman diyorsunuz; MLM devrimci diyor! Bir organın ya da kadronun aldığı karar halkın ve devrimin çıkarları ile çatıştığında uymayana siz şaibeli diyorsunuz MLM ilkeli diyor! Devrimin ve Parti’nin ilkelerini savunan, devrimci adaletten taviz vermeyene siz karanlık diyorsunuz MLM aydınlık diyor! Omzunun üstünde Bedreddin boynu taşıyanlara, eğilmeyip dik duranlara siz ajanlar, provokatörler diyorsunuz MLM komünist diyor! Açık ve dürüst olanlara, sözünü esirgemeyenlere siz provokatör diyorsunuz, Mao ilkeli diyor.

Buradan anlaşılıyor ki, ya Marks ve Mao yani bilimin kendisi yanılıyordu ya da siz bilimin düşmanısınız. Mevcut açıklamanın dili ile konuşacak olursak düşman olarak ceset torbasına doldurduklarınıza bakarsak ortada dost kalmıyor. İyi de sevgili muktedirler siz bu devrimi kiminle yapmayı düşünüyorsunuz. Herkes düşman, zat-ı alilerin kendinden başka dostları yok! Aslında yaşanan; yalnız kalmış, ordusuz generallerin psikolojisini yansıtıyor desek abartmış olmayız. Bu durumdan haz duymuyoruz elbet. Oldukça üzücü bir durumdur. Ve sahip olduğu imtiyaz ve otoriteden yani koltuktan vazgeçmek istemeyen bir çizginin ürünüdür. Kısacası mevcut açıklama dost ve düşman ayrımını silikleştirmiş, elindeki torbaya hazır fırsat gelmişken herkesi doldurmuştur.  Sizin tasfiyeci çizginize ideolojik cepheden düşman olanlar devrime düşman olmuş olmuyor. Tam aksine tasfiyeciliğe karşı dik duran herkes devrimin en sıkı dostudur. Muhteremler kendilerini devrimle öyle özdeşleştirmiş ki, bana düşman olan devrime de düşmandır havasındalar. Kendisini sevmeyen cemaati mihraptan bağıra bağıra din düşmanı ilan eden hocalarda da aynı hava var…

Halkın Günlüğü gazetesinde nereden çıktığı belli olmayan ve gerçek anlamda şaibeli olan ve dahası zamanlaması bizler açısından da manidar olan Maoist birlik ile ilgili açıklama yaparken birkaç paragraf sonra Maoist birlik değil sadece Maoist ifadesini kullanarak Samanyolu TV misali subliminal mesaj veren kısımları art niyetle kaleme alınmıştır, bilinçlidir. Manipüle etmede, krizi fırsata çevirmede, açık olan her şeyin üzerine tezek dumanı üfleyerek kendine siyasal rant devşirmede yüksek doktora yapmış ve sağ omzunda kurum apoleti sol omzunda ise şef apoleti taşıyan bir anlayışın hükmü elbette art niyetli olacaktır. Aksini beklemek saflık olur. Eh ne diyelim karşıtlar birbiriyle mücadele ederken birbirine benzerler. İlgili kalemde mücadele etmediği karşıtına benzemiş diyerek geçelim. 

Sahte Saldırı Politikası – Korkunun Teorisi

Sahte saldırı politikası, sağ tasfiyeci zihniyetin hem korunma refleksi hem de meşrulaşma aracıdır. İç eleştiriyi bastırmak, çizgisel yozlaşmayı örtmek ve mevki çıkarlarını güvenceye almak için devreye sokulan bu refleks; düşmanı abartan, saldırıyı hayal eden ve yoldaşların sorgulamasını bastıran bir “korku yönetimi”dir.

Tasfiyecilik, sadece ideolojik bir sapma değil; aynı zamanda psikolojik bir panik rejimidir. Bu rejim, her eleştiriyi “zayıflatma” her sorgulamayı “bölücülük” her eleştiriyi ise “itibar suikastı” sayarak ilerler. Burada amaç “saldırılarla” yüzleşmek değil, hayali saldırılar icat ederek yoldaşları susturmak; tartışmaları kriminalize etmek, sorgulayanları marjinalleştirmektir. İçerdeki her tartışma “düşmanın işine yarayan” “zamanlaması manidar” bir tehdit sayılır. Oysa asıl tehdit, tartışmayı bastıran bu anlayışın bizzat kendisidir.

Düşman kendine tehdit olarak gördüğü, kontrol altına alamadığı, tasfiye edemediği her güce saldırır. Açıkçası düşman bize saldırıyor parodisini bir tek soruyla savuşturmak mümkün; düşman size neden saldırsın! Nokta. Dışarıda kurşun sesi yok içeride sirenler çalıyor. Kendi meşruluğunu düşman saldırısı üzerinden bina etmeye çalışan bir anlayışla tartışma yürütmek, havanda su dövmeye benziyor. Düzenin içine bütün genleriyle entegre olmuş, düzenin tamda istediği yerde duran bir anlayışa düşman neden saldırsın? Reformizme sapmışsın.

Düzen içi ilişkileri “taktik” diye pazarlıyorsun.

Kaypakkaya’nın devrimci çizgisini mezara gömmüşsün. Seçim sistemiyle barışmış, legal alanla kuşatılmış, parlamenter lobi muhalefetine rıza göstermişsin. Hangi akıl, hangi devlet, kendisine tehdit olmayan bir anlayışa saldırır?

Unutmayalım ki; Devletin hâlâ tehdit gördüğü çizgi Kaypakkaya’dır. Çünkü Kaypakkaya bu düzenin temeline, sınıf karakterine, ideolojik çekirdeğine karşı konumlanmıştır.

Ama siz, bu düzenin makul muhalefeti haline gelmişsiniz. Hal böyleyken, “düşman saldırıyor” söylemi kime karşı üretilmektedir?

Elbette yoldaşlara, muhalif kadrolara, sorgulayan akla, devrimci eleştiriye karşı!

Gerçekte yapılan şey basittir:

Hayali düşman icat edip, gerçek yoldaşı bastırmak. Ve sonra da kendine meşruiyet alanı açmak. Hayali saldırılarla kendine mevzi açmaya çalışan bu sağ tasfiyeci zümre, aslında politik anlamda “hayali ihracat” yapmaktadır. Gerçekte bir saldırı yoktur. Olan, çürümeye karşı yükselen devrimci öfkenin bastırılma çabasıdır. Sahte bir alarm sistemi, sahte bir kuşatma dili, sahte bir “çöküş tehdidi” senaryosuyla kendilerini merkezde tutmaktan başka gayeleri yoktur.

Ortada ne dış saldırı vardır ne hedef gösterme ne operasyon. Ama içeride “saldırı altındayız” edebiyatıyla kliksel tahkimat yapılmaktadır.  Kaypakkaya’ya saldırı olduğunda sesleri küçük bir vızıltıdan ibaretken, kendi klik çıkarları tehlikeye girince “parti saldırı altında” diyerek bütün sirenleri çalıyorlar. Oysa hem Parti  hem de gerçek Marksistler  tam da bu tasfiyeci kliğin yoğun saldırısı altındadır.

Ve dahası saldırı altında olan onların konforudur, dokunulmazlıklarıdır, klik düzenidir. Gerçek saldırı, onların düzen içi pozisyonlarına yöneltilen eleştiridir. 

Hiç kimse unutmamalıdır ki; susmak devrimi ya da partiyi savunmak değildir. Sessizlik sadakat değildir. İtaat, devrimcilik değildir.

Sağ tasfiyeci kliklerin bu dili, içerideki muhalif sesi bastırmak, aşağıdan gelen haklı talepleri gölgelemek ve yukarıdan kurdukları düzeni sürdürmek içindir.

Bu anlayışta Parti’nin kurtuluşu yoktur; yalnızca kliklerin kurtuluşu vardır. Sahte saldırı politikası devrimci olmayanın devrimci görünme çabasıdır. 

Yazının sahibi zatı ailerine ise önerimiz şudur: tarihsel hafızanızı kime kiraya verdiyseniz derhal kovun. Zira bu kiracı bizim değil karşı mahallenin kiracısıdır. 

Görsel: Francisco Goya’ya aittir.

Scroll to Top